MESSAGE FORUM 


İSTİKLAL MARŞI VE PROZODİ

istiklal marşı notası ile ilgili görsel sonucu



İSTİKLAL MARŞI  VE PROZODİ 

ISLAMGREEN34 NEW WORLD  

İstiklal Marşı deyince bu milli marş ile ilgili
Çok farklı kişilerce şiirler yazılmış ve besteler yapılmıştır
Ve Zeki Üngörün bestesi olan marş
Milli marş olarak kabul edilmiştir  
Bu konuyla ilgili bir kaç önemli anektod aktarmak istiyoruz

1 - İngiliz milli marşının içinde
Herhalde Arap musıkısı geçkilerinin olması düşünülemez ise 
Bir çok marş içinden seçilen
Kanun ile kabul edilen İstiklal Marşı
Türk Milletinin öz ve öz malı bir marş olarak 
Ve elbette Türk milli marşı olduğundan
Geleneksel Türk Alaturka Musıkisinin bariz özelliklerini taşıması gerekir 
Diye düşünüyoruz
Fakat , batısal bir yapıda hazırlanan beste ile oluşturulan marş'ın 
Geleneksel Türk Alaturka Musikisi ile ilgi ve alakasının olmadığını görüyoruz

2 - Milli marş olarak takdim edilen marşın
Asıl kök melodisinin 
Carmen Slyvıa isimli  esere ( 3/4  Vals ) 
Ion ( Josef ) Ivonovici isimli Romen bestekarın eserine benzediğini 
Ve orkestra uyarlamasının Edgar Manas isimli 
Ermeni Müzisyene ait olduğunu görüyoruz  

3 - Batisal anlamda hazırlanan bu milli marş bestesinde
Bariz Prozodi hataları mevcut
Bu hataları dünyanın herhangi bir ülkesinden gelip
Türk Müziği Prozodi eğitimi alan herkesin gördüğünüde biliyoruz
İlk etapta prozodi hatalarının olduğu yerler 
"dir o benim "
"larda yüzen al sancak"
"mun üstünde"
"cak o be"
 "nim milletimin"
 "dir o benim milletimin "
Şeklinde sıralanabilir 

4 - Beste tekniğinde izlenecek yol hakkında kısa bir anektod aktaralım
 
A - Mevcut şiir üzerindeki 
Şiirin hece ölçüsüne kafiye-redif düzenine göre 
Ve eserin temasına uygun tarzda
Nota tartımlarını düzenleyerek
Prozodi kurallarına uyarak bir müzik monte edilir

B- Mevcut bir müziğin nota tartımlarına göre
Ve eserin temasına uygun tarzda bir şiir seçip
Anlam bütünlüğüne ve hece-kafiye-redif düzeninede uyarak
Şiiri düzenleyerek şarkı sözü haline getirerek eser tamamlanır

C - Düşünülen temadaki eser ile ilgisi alakası olmayan
Farklı türde bir şiir ile farklı türde bir müziği bir araya getirerek
Şiire yeni bir hece ölçüsü kafiye-redif düzeni kurarak
Nota tartımlarına ve Prozodi kurallarına uyarak
Müzikten yada şiirden eklemeler veya kısaltmalar yaparak eser üretilir

İstiklal marışı bestelenirken mevcut şiirin üstüne müzik monte edilmiştir
Ancak temayla ilgisi alakası olmayan bir müzik monte edilirken
Prozodi hatalarına dikkat edilmemiş ve müzikte düzenlemeler yapılmamıştır
Marşın bestecisi olarak belirtilen Osman Zeki Üngör
Bu tür bir hatayı görmeyecek birisi değildir 
Çok yönlü bir müzik eğitimi alan
Sanatında takdire değer bir müzisyendir
Bu eserin bu şekilde ortaya çıkmasında
Osman Zeki Üngörün dışında  kalan farklı etkenler olduğunu düşünmekteyiz


PROZODİ VE MÜZİK 


https://ferahnak.wordpress.com/2010/02/07/prozodi-dedigin-nedir-ki-maksat-sarki-soylemek-olsun%E2%80%A6/


Etimoloj
isi itibariyle Eski Yunanca’ ya kadar ki döneme dayanan ve Fransızcası Prosodie olan terim lügâtlerde ; “ Müziğin sözlere, veya sözlerin müziğe uygulanması “olarak tarif edilir.

 Eski Yunan müziğinde prozodi,  biri enstrümanlara eşlik, diğeri ise konuşma esnasında seslerin taşıdığı özel vurgulamalar, konuşma sesinin perdelerindeki değişik tonlamaları olarak, iki farklı anlamda kullanılırdı. Bu gün bizim müziğimizde, bunun ikinci anlamını kullanmaktayız. Yani prozodi denilince, “ şiir hecesi ile  müzik hecesinin (nota) ile uyumu “aklımıza geliyor.

Edebiyatın da kendi içinde zaten özel bir prozodisi vardır. Düz Yazı, Manzum Eser, Hitabet gibi türlerin yazım ve okunuşlarında, edebiyatın genel kuralları çerçevesinde oldukça önem taşıyan  prozodi vardır ki, bu da “ Edebî Prozodi ” olarak tanımlanmaktadır 

Söz ve müziğin, ikisinin de, beste diksiyonu, anlam ve âhenk bakımından hatasız bir şekilde sentezi müzikolojide “Mûsikî Prozodisi” olarak adlandırılmıştır 

Dilin en hızlı bir şekilde müzik yoluyla yozlaştığı, ilk önce 18. y.y. Fransa’ sında farkedilmiştir. Bunu önlemek için de , bilimsel anlamda , ilk olarak bu ülkede, daha sonra da  İtalya’da prozodi kuralları belirlenerek, bir statüye bağlanmıştır 

Ülkemize  ise prozodiye el atan ilk müzikolog, Hüseyin Sadeddin Arel(1880-1955) dir. 1940’ lı yıllarda “Aruz-u Musiki” başlığıyla kaleme aldığı notları,  uzun yıllar sonra Murat Bardakçı tarafından “ Prozodi Dersleri” adı altında yayımlanır.[1]                  

Günümüzde ise, uzun yıllar bu konu üzerinde kafa yoran sayın Türkolog Saadet Güldaş, ders notlarından yola çıkarak, 2003 yılında yayımladığı kitabında, konuyu akademik olarak inceler ve önemli tesbitlerde bulunur.[2] 

Kitabını tanıttığı bir röportajında Gültaş Hoca, prozodi konusunda özetle şunları söyler : 

“Bestede eğer güfte varsa, kısaca dilin malzemesi varsa, besteci, gönlünün istediğince hür hareket edemez.” dedim. Nağme, müzik öyle gerektiriyor diyerek, kelimeleri ezip büzemez, onları keyfince uzatıp kısaltamaz, kelimeleri melodinin emrinde kullanarak, heceleri birbirinden ayırarak, onları sağa sola yerleştiremez; kendine sınırsız hürriyet tanıyan bestekârın hem beste diksiyonu, hem de mânâ güzelliği yok olur. Şarkısı bir azınlık diline benzer dedim. Sonunda da “Sözlü eser yapan bestecilerin, hem edebî, hem de mûsikî prozodisini çok iyi bilmesi şarttır…

… Bir sözlü eserde, şiiri ilgilendiren her mesele, bestekârı da ilgilendirir. Temaları, vezinleri, durgu ve durakları, kafiye ve nakaratları, çeşitli edebi sanatları, noktalama işaretlerinin hemen hepsi, imlâ titizliği, kompozisyon bütünlüğü, nazım şekilleri, çeşitli duygu ve düşünceleriyle bestekâr, nağmeden ayrı olarak bütün bunları da bilmek zorundadır. Eserlerindeki prozodik mükemmellikleri ancak bu bilgilerle yakalayabilir. Prozodi ilmi, bu iki sanat dalının müştereken ilgilendikleri bir mihenk taşıdır…” [3] 

Sayın Güldaş’ ın : “Prozodi, Türkçe’yi sevenlerin mükemmellik ölçüsüdür” derken,  kasdettiği de zaten şiir ile musıkî de uyumun sağlanmasıdır 

Bu ön bilgilerden yola çıkarak, günümüz Türkiyesi’ nin müzik dünyasında, bu kurallara ne kadar uyulduğunu gözlemlediğimizde durumun ne kadar vahim bir hal arzettiğini kolaylıkla görürüz.

Güfte ve beste arasındaki uyumu sağlamak için, bestekârların, besteleyecekleri şiirin hece kalıpları ile, o bestede kullandıkları usul kalıplarının örtüşmesine dikkat etmelidir. Bu sadece bestekârların dikkat edecekleri bir kural olmayıp, mükemmel bir prozodiye sahip bir eseri seslendiren yorumcuların da uymaları gerekecek bir ilkedir 

Yani açık heceleri küçük, kapalı heceleri büyük müzik notlarıyla besteler ya da icra ederseniz ortaya prozodik özürlü bir müzik eseri çıkar. Ayrıca, kuvvetli ve vurgulu heceler, bestelenen eserde kullanılan  usulün   kuvvetli darblarına, güftenin sessiz ve kısa heceleri ise usulün zayıf darblarına denk düşmelidir

Müzik cümlelerindeki  “es “ ler, bunların ölçü ve zamanları rasgele kullanılmamalı,bir anlam ifade edecek şekilde belirlenmelidir 

Yani özet olarak, bir eserin söz ve müziğinde, hecelerin uzunluğu, kısalığı,  kelime ve notların vurgu yerleri ile, cümlelerin vurgu ve durgu yerlerindeki uyum, prozodisi hakkında olumsuz bir eleştiriye fırsat vermeyecektir 

Aksi halde, ortaya, hiç de hoş olmayan ,anlamsız ses garabetleri çıkacaktır. Bu hem dinleyenleri rahatsız edecek, hem de müzik eleştirmenlerinin acımasız eleştirilerine hedef olacaktır 

Bunların dışında, her müzik türünün kendine özgü bir diksiyon ve üslûbunun olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bunu örneklersek, Halk Musıkîmizin bilinen özelliği, bölgesel oluşuna, yani her türkünün doğduğu ve geliştiği coğrafyanın ağzı ile söylenmesine bağlı olmasıdır. Oysa geleneksel musıkimizde durum hiç de böyle değildir. Bu müzik sisteminde, beste yapan ve besteyi yorumlayan kişilerin yaşadıkları bölge neresi olursa olsun, mutlak anlamda besteyi “ İstanbul Ağzı “ denilen bir üslûpta ortaya koymaları gerekir. Yoksa Ağrılı, Urfalı, Kayserili, Edirneli’ nin ağız, vurgu ve tonlamalarıyla yapılacak beste ve icralar komik olmaktan öteye bir anlam taşımayacaklardır. Zaten Türk Edebiyatının müşterek özelliği de bazı istisnalar dışında “ İstanbul Türkçesi”eksenli oluşudur 

Bizim müziğimizde, prozodik anlamda en büyük gaflar, maalesef İstiklâl Marşımızın bestesinde ortaya çıkmış, bu da başlangıcından günümüze kadar  acımasızca alay ve eleştiri konusu olmuştur 

Marş söylenirken, müziğinden dolayı, sözleri sanki Türkçe dışında bir dili çağrıştırmaktadır ki, bu da mevcut bir müziğin üstüne, sipariş kabilinden güfte monte edilmesinden kaynaklandığını apaçık ortaya çıkarmaktadır 

 “ Kooork – maaa- sööön- meez- buuu- şa- faaak- ES – laaar –daaa-  yüüü- zen al sancak –

Sön-me-den yuuur- du-mu-  nüs- tün-de tü- ten- en sooo- no- caak – o- bee- ES- nim-mil-le-ti-min…” 

şeklinde  devam edip giden bir  cümle bozukluğunu farketmek için de, ne edebiyatçı, ne de müzikolog olmamıza ihtiyaç vardır 

Bunun dışında gerek arabesk ve gerekse pop müziğin şarkıları, içlerinde çok az bir istisna dışında, karakteristikleri itibariyle zaten prozodi bozukluklarıyla mâlul olarak üretilmekte ve söylenmektedir 

Bizim için en acı gerçek ise geleneksel musıkimizde görülen beste ve özellikle de bu bestelerin icraları sırasında yapılan prozodi hatalarıdır 

TRT’ nin kuruluşundan bu yana, denetiminden geçen ve repertuvarına giren eserlerinde teorik olarak dikkate değer büyük bir prozodi hatasına rastlayamayız. Bunun yanında , TRT sanatçılarımızın büyük bir çoğunluğu da, icralarında bu notalara azami olarak dikkat etmektelerse de, ne var ki içlerinde çok az da olsa bir grup sanatçı maalesef, eseri sanki yeniden bestelercesine icra etmektedir 

Sözüm ona kibarlaşmak adına, Osmanlı döneminde bestelenmiş eserlerin sözlerindeki “tehammül” ler “tahammül” , “hevâ” lar “ hava”“feryâd” lar “feryat”,“câânım” lar “ canımm”“aceb” ler, “acep”“vücûd” lar “vücut”, v.b. bir çok kelime hem manâ, hem de şekil açısından rahatlıkla ters yüz edilmektedir 

Bırakalım Osmanlı döneminde bestelenenleri, meselâ Alaeddin Yavaşca Hocamızın hicaz eseri “ Kimseyi böyle perişân etme Allah’ım yeter “ in son nakaratındaki “ dönderdi” kelimesi bile, bazılarınca âdeta, bir yanlışlık düzetilirmişcesine ve cüretkâr şekilde “ döndürdü” ye rahatlıkla çevrilmektedir 

Pop sanatçılarımız, en seçkin klâsiklerimizi bir Amerikalı veya Fransız şarkıcısının diksiyonuyla icra etmekte, bu da başta “TRT” miz olmak üzere, bir çok yayın kuruluşunda, oldukça tantanalı bir şekilde müzik severlerin “ beğeni” lerine sunulmaktadır

Konunun en vahim tarafı da, özellikle son üç-beş yıldır başlayan ve gittikçe artan bir deformasyon furyasıdır. Yine TRT dahil, yayın kuruluşlarında, Türk Musıkisi icra eden bazı”  allâme” solistler, İbrahim Tatlıses’ in arabesk türkülerinin finalinde yaptığı varyasyonları, aynen musıkimize uygulamakta her hangi bir sakınca görmemektedirler.

Yani, bir bakıyorsunuz  “Dönülmez akşamın ufku” nu okuyan solistimiz, şarkının son nakaratında cümle, kelime, es, mes ne varsa bir Amerikan sakızı çiğnercesine, eziyor, büzüyor, sündürüyor velhasıl posasını çıkardıktan sonra, dinleyiciden marifetlerinin karşılığı olarak çok “ büyük” bir alkış istiyor

1  Hüseyin  Sadettin AREL, Prozodi Dersleri, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1997

2  Saadet  GÜLDAŞ, “ Türk Dilinin Diksiyonu – Prozodisi Vurgu ve Vurgulamaları İle Türk Musiksinde Prozodi “ Kendi yayını, İstanbul, 2003
3  Mehmet Nuri YARDIM, “ Saadet Güldaş’ la Sohbet http://www.mehmetnuriyardim.com


İSTİKLAL MARŞI BESTESİCİ ZEKİ ÜNGÖR

Osman Zeki Üngör ( d. 
1880İstanbul - ö. 28 Şubat 1958, İstanbul )
 
besteciorkestra şefikeman virtüözu.

Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal marşının bestecisi olarak tanınmış bir sanatçıdır. Osmanlı sarayında ilk Türk kemancısı olarak yetiştirilmiş olan müzisyen[1]; birçok klasik batı müziği bestecisinin keman konçertolarını Türkiye'de çalan ilk Türk kemancıdır.

Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın temelini oluşturan Osmanlı saray orkestrasını yönetmiş; orkestranın ilk defa İstanbul’da halka açık konserler vermesini ve cumhuriyetin ilanından sonra yeni başkent Ankara'daki ilk senfonik konserlerin gerçekleşmesini sağlamıştır.

Cumhuriyetin ilk önemli öğrenim kurumlarından Musiki Muallim Mektebi’nin kuruluşunda büyük emeği geçmiş bir eğitimcidir. Besteci Ekrem Zeki Ün'ün babasıdır.

1880 yılında Üsküdar'da dünyaya geldi[1] . Dedesi, Osmanlı Devleti'nin saray orkestrası olan Mızıka-yı Hümayun bünyesinde "Fasl'ı Cedid"'i (batı enstrümanlarını da içeren fasıl topluluğu) tertip eden Santuri Hilmi Bey; babası Şekerci Hacı Bekir ailesinden Hüseyin Bey'dir.[2]

Öğrenim hayatı

Beşiktaş Askeri Rüştiyesi'ndeki askeri eğitimin ardından 1891'de Osmanlı saray bandosu olan Mızıka-yı Hümayun'a girerek müzik öğrenimi gördü. Yeteneğiyle II. Abdülhamid'in dikkatini çekince konser kemancısı olarak yetiştirildi. Kemancı Vondra Bey'den keman, Aranda Paşa'dan da müzik nazariyatı dersleri aldı.

Mızıka-ı Hümayun

Mızıka-yı Hümayun bünyesinde Saffet Bey tarafından kurulmuş olan Makam-ı Hilâfet Filarmoni Muzikası'nda başkemancı olarak atandı. Yalnızca askeri marşlar çalan mızıkanın, bir senfoni orkestrasına dönüşmesi için emek verdi. Birçok ünlü bestecilerin keman konçertolarını Türkiye'de çalan ilk Türk kemancı oldu. Sultan Abdülhamit’e sık sık konserler verdi. Konserlerinin çok beğenilmesi nedeniyle ödüllendirilip rütbesi genç yaşta binbaşılığa kadar yükseltildi[1].

1908'de, Meşturiyetin ilanı’ndan sonra rütbesi mülazimliğe (teğmenlik) indirildi; Saffet Bey’in yönetimindeki orkestrada başkemancılığa devam etti. Bir süre Mızıka-yı Hümayun'da yaylı sazlar bölümünde öğretmenlik de yaptı. Ek olarak Darülmuallimin'nde (İstanbul Erkek Muallim Mektebi) dersler verdi.

I. Dünya Savaşı sırasında Mızıka-ı Hümayun ile Avrupa şehirlerinde konserler verdi. 17 Aralık 1917- 31 Ocak 1918 tarihleri arasında gerçekleşen ve ViyanaBerlinDresdenMünihPeşteSofya’yı kapsayan bu turne, bir Türk orkestrasının çıktığı ilk Avrupa turnesi idi[1].

Saffet Bey’in istifası üzerine 1917’de saray orkestrasının şefliğine atanan Osman Zeki Bey, Avrupa turnesi dönüşünde orkestrayı bağımsız bir kadroya kavuşturdu ve ilk defa saray dışında halka yönelik konserler verdi. Orkestra, haftalık halk konserlerini Tepebaşı'ndaki Union Française Salonu'nda vermekteydi.

İstiklâl Marşı’nın bestelenmesi

Besteci asıl ününü Mehmet Âkif Ersoy'un İstiklâl Marşını besteleyerek elde etti. Osman Zeki Bey, 1921 yılında Mehmet Akif’in şiirinin ulusal marş güftesi olarak seçilmesinden sonra 1922’de Maarif Bakanlığı tarafından düzenlenen beste yarışmasına davet edilen 24 besteciden birisiydi. Kimi anekdotlara göre İstiklâl Marşı’nı, İzmir’in Yunan işgalinden kurtuluşundan sonra bestelemişti[3] . Yarışma seçici kurulu tarafından Osman Zeki Bey'in eseri beşinci seçilirken[4] ; Ali Rıfat Bey’in alaturka usuldeki bestesi birinci seçildi. Ancak 1930 yılında Maarif Bakanlığı'nın resmi kurumlara gönderdiği bir genelge ile uygulamada değişiklik yapıldı ve o güne kadar Ali Rıfat Bey'in bestesi ile seslendirilen güfte; Osman Zeki Bey’in batı tarzı bestesi ile seslendirilmeye başladı; devletin resmi marşı haline geldi.

Ankara’ya taşınma

Osman Zeki Bey, Cumhuriyet'in ilanı'ndan sonra orkestrası ile Ankara’ya gidip 11 Mart 1924 günü şehrin tarihindeki ilk senfonik konseri verdi. Orkestra, Ankara’daki ikinci konserinden sonra “Riyaseticumhur Musiki Heyeti” adı altında cumhurbaşkanlığına bağlandı. Osman Zeki Bey, sonradan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na dönüşen topluluğun orkestra şefliğini yaptı.

Musiki Muallim Mektebi

Osman Zeki Bey, ülkenin müzik öğretmeni ihtiyacını karşılamak için Musiki Muallim Mektebi'nin kurulmasında önemli rol oynadı. Bu kurum, Ankara Konservatuarı’nın temelini oluşturmuştur. Kendisi, okulun ilk öğretim üyesi ve ilk müdürü idi. Okul müdürlüğünü 1924-1934 seneleri arasında 10 yıl boyunca sürdürdü.

Avrupa turnesi

7 Haziran-5 Eylül 1926'da Karadeniz adlı gemide düzenlenen Yerli Malı Sergisi nedeniyle dört ay boyunca Güney ve Kuzey Avrupa limanlarını dolaştı ve Cumhurbaşkanlğı Senfoni Orkestrası ile konserler verdi[1]. Bu, Cumhuriyet döneminde bir Türk orkestranın çıktığı ilk yurtdışı turne idi.

Son yılları

1934 senesinde sağlık nedeniyle emekliliğe ayrılan Üngör; emeklilik günlerinde İstanbul’da yaşadı Soyadı Kanunu çıktığında “Üngör” soyadını aldı (oğlu Ekrem Zeki Bey, “Ün” soyadını almıştır)

1958'de İstanbul'da Moda'daki evinde hayatını kaybetti. Cenaze töreninde askeri bir bando tarafından İstiklâl Marşı çalındı[5]. Mehmet Akif Ersoy’dan sonra cenazesinde İstiklal Marşı çalınan ikinci kişidir[kaynak belirtilmeli]. Cenazesi, Karacaahmet mezarlığı’na defnedilmiştir



http://www.eksd.org.tr/wp/muzikte-prozodi/



MÜZİKTE PROZODİ 

Müzikle doğrudan ilgisi olmasalar bile, pek çok vatandaşımız gibi okuyucularımız da İstiklal Marşı’mızın halkımız tarafından 64 yıldır neden bir türlü gerektiği gibi söylenemediğini herhalde merak etmişlerdir. Nitekim yıllar önce Ankara Odalar Birliği’nde, Akif’in bir ölüm yıldönümü münasebetiyle düzenlenen panelde yaptığım “İstiklal Marşımısın Çeşitli Besteleri* Dolayısıyla Marş Besteciliğinde Prozodi” konulu konuşmanın sonunda , emekli bir müzik öğretmeni bana : “Okullarda 40 yıl müzik hocalığı yaptım, ama bu marşı çocuklarıma bir türlü doğru-dürüst söyletemedim; nedir bunun sebebi?” diye sormuştu.

 

Müzikte daha çok beste ile uğraşanların aşina olduğu prozodi diye bir konu vardır. Dilimizde tevcid terimi veya “bir dili doğru vurgularla güzel konuşma bilgisi” tarifiyle karşılanabilecek olan Yunan asıllı “prosodia”nın konumuz olan müzikteki anlamı, “sözle müzik arasındaki, öğrenme ve icrayı kolaylaştıran uyum ve dengedir. Teknik detaylara girmeden, kabaca “açık (kısa) hecelerin kısa ezgilerle, kapalı (uzun) hecelerin uzun ezgilerle bestelenmesi” diye de tarif edilebilir. Bir misal verelim: “Dün yine günümüz geçti beraber” sözünü, açık ve kapalı hecelerin durumunu bozmadan bestelersek, ortaya Refik Fersan’ın ünlü Mahur şarkısında olduğu gibi hem doğru, hem güzel bir ezgi çıkar. Ama bu sözü bestelerken , “Dünyiii-negünüüü-müzgeeeeeç-tibeeeraber” haline sokarsak, belki yine bir melodi söyleyebiliriz, ama bunun Türkçe olup olmadığı çok su götürür hale gelir. Azınlık şarkıcılarının söylediği kantolara veya üzerine sonradan Türkçe sözler giydirilmiş yabancı müzik parçalarına benzer. İşte İstiklal Marşımızın bestesindeki, “Carmen Silva” valsinden etkilenmiş, daha önce padişah için bestelenmiş ve Edgar Manasyan Efendiye düzelttirilmiş olmasından çok daha önemli olan problem budur.

Türkler “buuşafak; lardaa-yüüzee-naalsancak; sönmedenyur-duumu-nüüstün-deetü-teenen-soono- CAAKOBE!” diye konuşmazlar. Konuşmadıkları için şarkı da söylemezler. Sözlü müzik besteciliğinde sözün besteye zamanda önceliği olduğu, yani bestenin “söze göre” yapılması gerektiği, başka amaçla başka bir müziğe konfeksiyon elbise usulü söz giydirilemeyeceği gibi çok basit bir bestecilik kuralının bilinmemesinden doğan yukarıki garip parçalanmalara, müzikte “prozodi hatası” denir ve dilin ses yapısını iyi bilmemekten kaynaklarınır. Dilimizde emir kipinde kullanılan fiillerin, iki heceliyse ilk, üç heceliyse ikinci hecesi belirgin vurguyla söylenir. “Korkma!” sözünün ilk hecesi vurgulu (tiz), ikinci hecesi zayıf (pest) tonludur. Bu söz “Korkmaa” diye ikinci hecesi vurgulandırılarak söylenemez. Prozodi, başta meslekleri doğru ve güzel konuşmak olan spikerler olmak üzere, her okumuşun mutlaka bilmesi gereken bir konudur. Hele milli marş bestelemeye niyetlenenlerin, ilk öğrenecekleri şeydir. Şiirdeki mananın canına okuyup “buu celal SANA!”, “sonraaa helalakkıdır!” diyebilmek içinse, hiç Türkçe bilmemenin ötesinde, bir şart daha vardır: kendini besteci zannedip, bir milletin kanıyla yazdığı en mukaddes şiiriyle alay etme cür’etini gösterebilmek! (11 Şubat 1995)

Akif’in “Kahraman Ordumuza” başlıklı detanı 1921’de milli marş olarak kabul edilince, içlerinde Rauf Yekta Bey, H.S.Arel ve S.Kaynak’ın da bulunduğu 30 kadar besteci 1924’de açılan yarışmaya katılmış , A.R.Çağatay’ın bestesi yarışma dışı birinci gösterilerek 1930’a kadar okunmuş, bu tarihte bugünkü marş olan Z.Üngör’ün bestesi Viyana’dan icazetname getirilip oldu bittiyle eskisinin yerine kabul edilmiştir

İSTİKLAL MARŞI VE EDGAR MANAS 
 

http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/928073-istiklal-marsini-orkestraya-bir-ermeni-vatandasin-uyarladigini-bilir-misiniz

 


İstiklâl Marşı'nın kabulünün 93. yıldönümü ve millî marşımızın pek bilinmeyen bir tarafı: Sözleri millî şairimiz Mehmed Akif'in, bestesi de Zeki Üngör'ün olan marşın ilk orkestra düzenlemesi, Edgar Manas adında bir ermeni vatandaşımıza aittir.


Önümüzdeki çarşamba günü, İstiklâl Marşı'nın Meclis'te kabulünün 93. yıldönümü... Marş ile ilgili olarak bundan senelerce önce başlayan tartışmalar hâlâ devam ediyor ama bestenin orkestraya kimin tarafından uyarlandığının üzerinde pek durulmuyor. İşte, İstiklâl Marşı'nın beste macerası ve ilk orkestra düzenlemesini yapan Ermeni vatandaşımız Edgar Manas'ın öyküsü...

BU hafta millî marşımızın, yani İstiklâl Marşı'nın kabulünün 93. yıldönümü...
Türkiye'de senelerden buyana devam eden bir tartışma vardır: İstiklâl Marşı'nın doğru şekilde okunmasının güç olduğu söylenir, bir kesim marşın bestesinin değiştirilmesini ister, karşı taraf marşın anayasal koruma altında olduğunu ve dolayısı ile değiştirilmesinin bile teklif edilemeyeceğini söyler ama millî marşımızın başka özellikleri, meselâ orkestraya kimin tarafından uyarlandığı pek bilinmez ve dolayısı ile bu konuda birşeyler yazılıp çizilmez...

Zaten, millî marşımızın bestelenme macerası da tuhaftır:
Büyük Millet Meclisi, 1920'de bir marş yarışması açtı. Kurtuluş Savaşı bütün şiddeti ile devam ediyordu ve herkesin hep bir ağızdan, heyecan duyarak okuyabileceği bir marşa ihtiyaç vardı...
Önce güfte, yani marşın sözleri belirlenecek; sonra bir başka yarışma daha açılacak ve beste üzerinde karar kılınacaktı...

PARİS'TE YARIŞMA HAYALİ

Bir ara beste seçiminin musiki konusunda çok daha tecrübe sahibi olunan bir başka memlekette, meselâ Fransa'da yapılması ve Paris'te yabancı üstadların da yeralacağı bir jüri oluşturulması gibisinden fikirler de gündeme geldi. Ama, savaş içerisindeki bir memleketin müzik seçimi için tâââ Paris'te jüri toplamaya kalkışması biraz tuhaf kaçacağı için Fransa hayâlinden vazgeçildi.

Sonrasını kısaca hatırlatayım: Meclis'in açtığı yarışmaya 700'den fazla eser gönderildi. Müsabakaya cephelerde savaşan paşalar, meselâ Kâzım Karabekir bile katıldı ve neticede Mehmed Akif'in "kazandığı takdirde ödülü almamak" şartı ile gönderdiği manzume birinci seçildi ve Meclis'in 12 Mart 1921 günü yaptığı toplantıda alkışlar arasında defalarca okundu...

DEVLET, JÜRİ KURAMADI

Sırada sözlerin üzerine müzik giydirilmesi, yani Akif'in şiirinin bestelenmesi vardı; seneler önce ortaya çıkan ve bugünlere kadar gelen beste tartışmaları da işte o zaman başladı...
Memleket hâlâ savaş içerisinde olduğu için, Akif'in şiirinin bestelenmesi iki sene ertelendi, 1923'e sarktı ve 1923'ün 12 Şubat'ında İstanbul Maarif Müdürlüğü'ne beste yarışması açma vazifesi verildi.
Yarışmaya 55 besteci katıldı. Sadeddin Kaynak'tan Lemi Atlı'ya, Kapdanizâde Ali Rıfat Bey'den Ali Rıfat Çağatay'a, Rauf Yekta Bey'den Muallim İsmail Hakkı Bey'e kadar Türkiye'de o günlerin önde gelen müzisyenlerinin neredeyse tamamı Mehmed Akif'in şiirini bestelemiş ve müsabakaya göndermişlerdi. Asıl zorluk işte o zaman ortaya çıktı ve devlet bir jüri teşkil edemedi! Zira bu işi yapabilecek, yani en güzel besteyi seçebilecek kim varsa yarışmaya aday olarak katılmıştı ve jüri teşkiline imkân yoktu.

YEDİ YIL LİSTE BAŞI OLDU

Bestelenen marşlar içerisinde hangisinin resmî marş olabileceği konusunda işte bu yüzden bir karar verilemeyince, besteciler kendi marşlarını kendileri tanıtma yolunu seçtiler ve bu işte en başarılısı Ali Rıfat Bey veya son senelerindeki ismi ile Ali Rıfat Çağatay oldu.

Ali Rıfat Bey, başta "Tereddüd" olmak üzere, dillerden düş­meyen birçok Türk Müziği par­çasının bestecisiydi. Acemaşiran makamında, mehteri andıran bir tavırda bestelediği marşı İstan­bul'un Asya yakasında ve Batı Anadolu'nun İzmir dışında ka­lan yerlerinde okunur oldu. Rumeli yaka­sında Zati Arca'nın, Edirne'de Ahmet Yek­ta Madran'ın, İzmir'de İsmail Zühdü'nün marşları; Ankara'da ise sonraki yıllarda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası hâlini alacak olan "Riyaset-i Cumhur Orkestrası"nın şefi Osman Zeki Bey'in bestesi hâkimdi.

Ali Rıfat Bey'in marşı yedi yıl boyunca listebaşı oldu ve hattâ devletten tolerans gördüğü bile söylendi. Diğer bestecilerden bazıları "Devlet sanki onun bestesine sahip çıkmayacak da bizimkileri mi icra ettirecek? Kardeşi Samih Rıfat hem milletvekili, hem de Maarif Vekâleti'ne istediği her kararı aldırabilecek güce sahip. Tabii ki ağabe­yinin marşını okutturacak..." diyorlardı.

MİLLİ EĞİTİMİN TALİMATI

Ama 1930'lara gelindiğinde, Ali Rıfat Bey'in eseri aşağı sıralara indi ve bu defa Riyaset-i Cum­hur Orkestrası'nın şefi Zeki Bey listebaşı oldu! Devlet bu marş kargaşasına daha sonra bir düzen vermeye karar verdi ve Maarif Vekâleti'nden o sene okullara ve devlet dairelerine bir tamim yollandı. Tamimde "Resmî marşımız artık Zeki Bey'in bestesidir, bundan böyle diğer marşlar icra edilmeyecektir" deniyordu.

İstiklâl Marşı'nın o tarihten itibaren icra edilen bestesi işte bu şekilde, yani bir yarışma ile değil, emirle millî marş olmuştur ama "okunması zordur", "Türk gırtlağına uygun değildir", "Güfte-beste uyumu bozuktur" ve hattâ "Batı Müziği'nin filânca eserinden alınmıştır" şeklindeki tartışmalar hâlâ devam etmektedir.

Peki, 1920'li senelerde bestelenen diğer marşların âkıbetleri ne mi oldu?

BİRÇOĞU HİÇ BİLİNMİYOR

Hemen hemen tamamı unutuldu, sadece bir-ikisinin nağmesi musiki meraklılarının hafızalarında kaldı, o kadar... Musiki toplantılarında arada bir çalınırlar, birkaçı İstiklâl Marşı konusunda yapılan CD'lere kaydedilmiştir ama 1923 Şubat'ında açılan yarışmaya gönderilen ve yayınlanmış olanlar dışındakilerin notaları büyük ihtimalle hâlen Meclis'in arşivinde muhafaza edilen diğer marşlar incelenmedikleri için kimin nasıl bir beste yaptığı konusunda elimizde bilgi yoktur.

FAVORİM İSMAİL HAKKI BEY'DİR

Daha önceki İstiklâl Marşları arasında benim favorim, Mu­allim İsmail Hakkı Bey'in Rast makamında yaptığı bestedir. Eski kayıtlarından birini dinleyebilir yahut notasını temin ederek çaldır­abildiğiniz takdirde, büyük ihtimalle siz de beğenirsiniz.

Zeki Üngör'in bestesinin pek bilinmeyen bir başka özelliği daha vardır: Armonisi, yani orkestra düzenlemesi Edgar Manas adındaErmeni bir vatandaşımız tarafından yapılmıştır ve ilk bando düzenlemesi de İhsan Künçer'e aittir.

Senelerden buyana okuduğumuz ve orkestralardan dinlediğimiz millî marşımızı orkestraya uyarlayan ama isminden ve mevcudiyetinden sadece konunun meraklılarının haberdar bulunduğu Edgar Manas'ın kim olduğunu merak ediyorsanız, bu sayfadaki kutuyu okuyun...

KİLİSE KOROLARINI İDARE EDERKEN MARŞIN ORKESTRASYONUNU YAPTI

İSTİKLÂL Marşı'nın ilk orkestra uyarlamasını yapan Edgar Manas 1875'te İstanbul'da doğdu, babası Aleksi'nin ölümü üzerine 13 yaşında iken İtalya'ya gitti ve Venedik'teki Murad-Rafaelyan Kolleji'nde beş sene okudu.

Podova Konservatuvarı'ndan füg ve kontrpuan öğrenerek mezun olan Manas 1905'te İstanbul'a döndü, Gallia Korosu'nun şefliğine getirildi ve 1912'den 1933'e kadar İstanbul Konservatuvarı'nda hocalık yaptı, konservatuvarın orkestrasını ve kadınlar korosunu idare etti. 1937'de Patrikhane'nin Meryemana Kilisesi'ndeki Koğtan Korosu'nun şefliğine tayin edildi, yirmi sene boyunca bu koroyu yönetti ve Ermeni okullarında da solfej dersleri verdi.

Musiki hayatının 60. yılı Beyoğlu'ndaki Atlas Sineması'nda 1954'te bir jübile ile kutlanan Edgar Manas 1964'te İstanbul'da öldü ve Pangaltı'daki Ermeni Katolik Mezarlığı'na defnedildi.

Türk Müziği'nin bazı meşhur bestecilerine de batı müziği dersleri vermiş olan Edgar Manas bir senfoni ile bir oratoryonun yanısıra çok sayıda başka besteler de yapmış ve bazı halk müziği eserlerini de çokseslendirmişti (Kevork Pamukciyan'ın "Biyografileriyle Ermeniler"inden).

MİLLİ MARŞIMIZIN OLMADIĞI YILLARDA MARŞ DİYE TEKBİR GETİRİP TÜRKÜ OKURDUK

OSMANLI Devleti'nin millî marşı yoktu...
Osmanlı tarihinde ilk defa bir bando teşkil eden İkinci Mahmud'dan itibaren her padişah için ayrı bir marş bestelenmiş, bestelere "Mahmudiye", "Azîziye" yahut "Hamidiye" denmiş, yani hükümdarların isimleri verilmiş ve törenlerde bu marşlar icra edilmişti.

Hükümdar marşlarının sözleri yoktu ve sadece bando ile icra edilmeleri için bestelenmişlerdi...
Padişah marşı geleneğini Sultan Vahideddin bozmuş, "Memleket ateş içerisinde iken yeni bir beste yapılmasına gerek yoktur" diyerek adına marş besteletmemiş ve tahtta bulunduğu dört sene boyunca büyükbabası İkinci Mahmud'un marşını çaldırmıştı.

TUHAFLIKLAR YAŞANDI

Ama devletin bir millî marşa sahip bulunmaması, uluslararası toplantılarda bazı tuhaflıklara sebep oluyordu. Millî marşların karşılıklı okunmaları gerektiği durumlarda Türk tarafı sıkıntıya giriyor ve marş ile hiçbir alâkası olmayan güfteli eserleri hep bir ağızdan okumak zorunda kalıyorlardı.

DEVRİMDEN KALAN MARŞ

Meselâ, 20. yüzyılın ilk senelerinde Paris'te Osmanlı ve Fransız askerî heyetlerinin yaptıkları bir toplantıdan sonra Fransızlar 1789'daki devrimden kalma millî marşları "La Marseillaise"i hep bir ağızdan okumuşlar, sıra Türk tarafına gelince askerlerimiz marş niyetine tekbir getirmişlerdi!

ENTARİSİ ALA BENZİYOR

Benzer bir garipliği Birinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde sipariş ettiğimiz bazı gemileri teslim almak için Almanya'ya giden bahriye heyetimiz yaşamıştı. Törende şampanyalar patlatılmış, konuşmalar yapılmış, uzun uzun Türk-Alman dostluğundan bahsedilmiş ve sıra millî marşların okunmasına gelmişti. Alman tarafı Joseph Haydn'ın bir Hırvat halk şarkısından esinlenerek bestelediği "Deutschland, Deutschland über alles" sözleri ile başlayan millî marşlarını okumuş, sıra bizimkilere gelince bir şaşkınlık yaşanmış ama sıkıntı hemen halledilmiş ve subaylarımız millî marş niyetine "Entarisi ala benziyor, Sultan Reşad bana benziyor" türküsünü icra etmişlerdi

ISTİKLAL MARŞI  MUAMMASI 

http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/579227-istiklal-marsi-muammasi

ALMANYA'daki GEMA isimli kuruluşun İstiklâl Marşı'ndan telif hakkı istediği ortaya çıkınca, Bakanlar Kurulu bundan 80 sene önce yapılması gereken işi yapmaya soyundu ve marşın kamulaştırılması kararını imzaya açtı.
Ama, bir Alman kuruluşunun İstiklâl Marşı ile ne alâkası olduğu pek sorgulanmadı...
Söyleyeyim: GEMA, bir telif hakları kuruluşu, yani bestecilerin ve müzisyenlerin haklarını koruyan bir meslek birliğidir ve bu konuda faaliyet gösteren müesseselerin en eskilerindendir. Türkiye'de gerçek anlamda bir telif hakları kanununun mevcut olmadığı senelerde birçok Türk besteci, Almanlar'ın GEMA'sı ile Fransızlar'ın SACEM'ine üye olmuşlar ve hakları bu meslek birlikleri tarafından korunmuştur.
GEMA'nın haklarının korunması için kendisine vekâlet vermeyen bestecilerin eserlerine müdahalede bulunması ve her çalınıştan sonra telif hakkı istemesi sözkonusu değildir, böyle bir hak ancak bestecinin yahut vârislerin yetkilendirmesi ile mümkündür. Dolayısı ile GEMA'nın böyle bir işe kalkışması, Osman Zeki Üngör'ün vârislerinden yetki belgesi almış olduğu anlamına gelir. Yani, İstiklâl Marşımızın bestekârının hakları, şu anda bir Alman meslek birliğinin himayesindedir!
Bu yazdıklarımdan, millî marşımızın bestecisine ait hakların bir Alman telif kuruluşuna verilmiş olduğunu eleştirdiğim mânâsını çıkartmayın! Vârisler, bana sorarsanız en doğrusunu yapmışlardır, zira Türkiye'de "telif hakkı" meselesi, özellikle de musiki alanındaki telifler konusu hâlâ karmakarışıktır. Kanuna göre oluşturulmuş meslek birlikleri arasında işbirliği falan hakgetiredir; üstelik bu meslek kuruluşlarından biri yönetiminden, harcamalarından ve ödemelerinden kaynaklanan şikâyetler sebebiyle kayyuma devredilmiştir.
UNUTULAN BİR TARTIŞMA
İstiklâl Marşı'nın bestesinin Bakanlar Kurulu kararıyla kamulaştırılması çalışmalarına başlandığını öğrendiğimde, 1940'lı senelerde uzun uzun tartışılmış olan bir iddiayı hatırladım: Marşın melodisindeki ana temanın özgün olup olmadığını...
İddiaya göre, ana tema 1845 ile 1902 seneleri arasında yaşayan ve "Tuna Dalgaları", "Çardaş", "İki Gitar" gibi meşhur olan çok sayıda eserin sahibi lon Ivanovici adındaki bir Romen besteciye aitti! Ivanovici'nin "Carmen Silva" isimli valsinden alınmış, bu iş yapılırken vals temposu bir dörtlük ilâve edilerek marşa dönüştürülmüştü!
Cemal Reşid Rey'in "Onuncu Yıl Marşı" hakkında ortaya atılan söylentiler gibi...
18. yüzyılın meşhur Fransız filozofu Jean-Jacques Rousseau, 1750'lerde "Le Devin de Village" yani "Köy Kâhini" ismini verdiği kısa bir opera bestelemişti. Eserin içerisinde, oyunun kahramanlarından Colette'in okuduğu, "Saadetimi kaybettim, hizmetkârımı kaybettim" sözleriyle başlayan bir şarkı vardı. 1950'li senelerde, bu şarkının bizde "Çıktık açık alınlaaaa!" hâlini aldığı ileri sürülmüş ve bu benzerlik yüzünden Onuncu Yıl Marşı'nın bestesinin değiştirilmesi bile teklif edilmişti...
KOLAYCA BULABİLİRSİNİZ
İstiklâl Marşı hakkında bir başka iddia daha vardı: Eserin bestecisi olan viyolonist Osman Zeki Üngör, Ankara'da o zamanki ismi "Riyâset-i Cumhur Musiki Heyeti" olan bugünün Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestra-sı'nın başına geçmeden önce, Sultan Vahi-deddin'in sarayındaki orkestranın başında idi. Hükümdara "Şeh-i âlem mâh-ı envâr ...sultânım" sözleriyle başlayan bir "medhiye" sunmasının yanısıra, padişahın tahta çıkması münasebetiyle bir de marş bestelemiş ama Sultan Vahideddin marşı çaldırmamıştı. Mehmed Akif'in şiiri daha sonra işte bu marşın üzerine yerleştirilip "İstiklâl Marşı" yapılmıştı ve prozodinin bozuk olmasının, yani güfte ile bestenin uyumsuzluğunun sebebi de buydu!
Bir zamanlar temin edilmeleri zor olan iki eser, yani Ion Ivanovici'nin "Carmen Sylva"sı ile Jean-Jacques Rousseau'nun "Le Devin de Village"ı arandıklarında artık internette bile hemen bulunabiliyorlar. Dolayısı ile bu her iki marşımız hakkında hiçbir yorum yapmayayım, Ivanovici ile Rousseau'nun eserlerini dinleyin ve kararı kendiniz verin

İSTİKLAL MARŞI TÜRK  DEĞİLDİR 
https://www.facebook.com/GizlenmisGercek/posts/182978235160767

İstiklal Marşı Gerçeği: Bestecisi Türk Değil!

Kitabı amcamın kütüphanesinde,Osmanlı ve tasavvuf kitapları arasında buldum. Açtım baktım ki orjinal ve imzalı kitap:

Biraz okumaya başladım ve bir bölüm var; İstiklal Marşı Üzerine (sayfa 31) okudukça kan beynime sıçradı,vatana ihanet dediğin böyle olur,Mehmet Akif Ersoy'a hainlik budur dedim. Yazar güzel bir noktaya değinmiş ve yazıyı aynen aktarıyorum kardeşlerime...
...
İstiklal Marşı bestecisi kim? Hemen Zeki Üngör diyeceksiniz. Değilmiş... Zülfü Livaneli, batı müzik ansiklopedilerinden ilginç bir bilgi aktarıyor. Meğer bizim İstiklal Marşının bestecisi Vittorio Radaklia imiş? Kimdir bu milli kahraman diye düşünün bakalım...

Murat Bardakçı'dan alıntı yapan Livaneli konu ile ilgili olarak ayrıca şu bilgileri veriyor: "Murat Bardakçı'nın yazdığına göre 1940 yılında İstiklal Marşı'ının müziği mecliste tartışılmış ve CARMEN SİLVA adlı Fransız halk şarkısından alındığı, orkestra uyarlamasının EDGAR MANAS adlı bir Ermeni müzisyen tarafından yapıldığı öne sürülmüştür...

Ah Türkiyem. İyi mi milli marşımızı dinleyen bir Fransız içinden ne geçiriyordur acaba. Üstelik Fransızlara karşı verilen bir savaşta azanılan destansı bir zaferin hikayesini, Fransız ezgisi ile seslendirmek olacak iş değil.

Ama burası Türkiye.

Araştırmacı Muhiddin Nalbantoğlu'nun elinde önemli bilgi ve belgeler var. Akif, bu marşı MEHTER müziğini düşünerek kaleme almıştır ve ilk olarak da buna uygun şekilde bestelenmiş. Marşın bestelenmesi için açılan yarışmaya gönderilen eserlerin büyük bir bölümünü bu temel espiri ile hazırlanmıştı. Ancak aniden bir gecede ne olup bittiyse kapalı kapılar arkasında verilen bir kararla, skandal nitelikli bir oyunla, bir milletin İstiklal Marşının seslendirilmesinde hafifimeşrep türden, kendilerine karşı savaşarak bağımsızlığımızı elde ettiğimiz bir ülkenin ezgileri bu sözlerin üzerine döşenmiştir 


KAYNAK: Abdurrahman Dilipak - Laik Demokratik Cumhuriyet İlkelerine Bağlı Kalacağıma 19.3.93
KAYNAK: Ayşe Hür - ‘Devşirme’ Marşlarla Milliyetçilik - 20.04.2008 ( Taraf Gazetesi )







İSTİKLAL MARŞI MİLLİ MARŞMIDIR 


http://turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=23787

İstiklal Marşının bestesi gercekte kime aittir? İsterseniz gelin bu konu üzerinde tarihi bir yoklayalım ve asıl bestecinin kim olduğunu, nasıl yoğrulduğunu ve gercekten MİLLİ olup OLMADIĞINI görelim.

Mehmet Akif'in şiirine kısaca değinmek gerekirse;

İstiklal marşının bir an önce hazırlanması için güfte yarışması açılmıştır. Yarışmaya gönderilen 724 şiiri beğenmeyen "Türkçü" Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Mehmet Akif'e bir mektup yazar ve kendisinin bu yarışmaya katılımı için ricada bulunur.Daha önceleri "Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini" söyleyen Akif, fikir değiştirip uzun bir çabanın ardından şirini yazar.

Oturum başkanlığını M.Kemal'in yaptığı tartışmada diğer 6 şiirle birlikte Akif'in şiiri de okunur.Çok beğenilmiştir ve birinci olur. 

Sonra Akif ödül parasını çok yoksulluk çekmesine rağmen bir hayır kurumuna bağışlar.

Beste Çalıntı mı

İstiklal Marşının bestesi uzun süre hazırlanamamıştı.Bu sorunu gidermek gerekiyordu.Bunun üzerine bir emirle Riyaset-i Cumhur Orkestrası şefi Osman Zeki (üngör)ün batılı tarzdaki bestesinin "milli marş olarak kabul edildiği" memleketin dört bir yanında duyrulur.

O yıllarda TBMM'de Bursa Milletvekili olarak görev yapan akeri tabip Osman Şevki (Uludağ) Bey'e göre "Osman Zeki Bey'in bestesi Karmen Silva adlı bir sokak şarkısından esinlenerek yapılmış,özgün olmayan bir eser olup ilk şekli Padişah Vahdettine takdim edilmiştir.Marşın orkestraya uyarlamasını da Ermeni Edgar Manas Efendi yapmıştır! " 


Osman Zeki Bey,kendisi için talihsiz olan bu tesbiti yalanlayamamış ve üç hususun da "olumsuz" faktörler olduğunu söylemiştir. 

Yani beste çalıntıdır, Cumhuriyet öncesi bir döneme aittir ve hamurunda bir Ermeni'nin katkısı vardır!! O halde milli de olamaz...


Osman zeki Bey'in daha önce başkasına ait "Papatyalar" adlı şarkıyı da sahiplendiği ve bestecisi gibi imza attığı da Osman Şvki Bey tarafından defalarca dile getirilmiş, fakat yetkililer ve besteci tarafından tatmin edici bir cevap alınamamıştır.Konuyu TBMM gündemine getiren Maarif Vekili Hasan Ali Yücel kendisine şu cevabı vererek adeta iddaları doğrulamıştır :

"Mütehassısların bendenize söylediklerine göre bu bize Karmen operasından bir kısım değil de,Karmen Silva diye bir vals varmış,revaçta imiş,onun bilmem kaç batutası benziyormuş. Zeki Bey bunun orkestrasyonunu Ermeni bir zata yaptırmıştır..."

Tüm ısrarlı sorulara rağmen besteci Osman Zeki Üngör,eserini kısmen Karmen Silva adlı sokak şarkısından kopya ettiği yolundaki iddalara karşı suskun kalmıştır.

Bu konuda detaylı açıklama ve diğer kaynaklara ilişkin 18 Şubat 2011 tarihli Agos Gazetesine bakılabilir


İSTİKLAL MARŞI  

http://muzikdersinotlari.blogspot.com.tr/2014/02/istiklal-mars.html


  İstiklal Marşı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin milli marşıdır.

 

            Milli mücadele döneminde işgal altında olan topraklarımızı geri almak için, Türk ordusu ve Türk halkının yeniden doğması, içinde bulunduğu durumdan silkelenmesi gerekliliği adına, Türk halkına cesaret vermek için, 1921 yılında Milli Eğitim Bakanlığı, para ödüllü bir şiir yarışması düzenleme kararı almıştır. Bu şiir yarışmasına toplam 724 tane şiir gönderilmiştir. Mehmet Akif Ersoy ise yarışmaya para ödülü konduğu için katılmak istememiştir. Fakat bu durumu bilen dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmet Akif Ersoy'a ısrar ederek katılmasını istemiştir. Mehmet Akif Ersoy'un ise katılması için sunduğu tek şart, para ödülünün kaldırılmasıdır. Böylelikle Mehmet Akif Ersoy, "Kahraman Ordumuza" ithafı taşıyan şiiriyle yarışmaya katılmış ve 12 Mart 1921 yılında resmi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından İstiklal Marşı kabul görmüştür. 

 

 

Besteleniş Hikayesi

 

 ***1 Güfte 12 Beste Belgeseli***

 

           

 

            Beste yarışması ise güfte kadar ilgi görmedi. Bu da memleketin o zamanki musiki durumunu yansıtmaktadır. Yarışmaya katılan bestecilerden bazıları şunlardır:

 

            Ahmet Cemalettin Çinkılıç, Ahmet Yekta Madran, Ali Rifat Çağatay, Asım Bey, Bedri Zabaç, Hasan Basri Çantay, H. Saadettin Arel, İsmail Hakkı Bey, İsmail Zühdü, Kazım Uz, Lemi Atlı, Mehmet Baha Pars, Mustafa Sunar, Rauf Yekta, Saadettin Kaynak, Zati Arca, Zeki Üngör.

 

            Güfte yarışması sonuçlandırıldıktan sonra Anadolu’daki savaş iyice kızıştığı sıralarda beste yarışması ilgisini tabii olarak kaybetmiştir. Buna rağmen muhiti olan bestekârlar faaliyetten geri durmamışlar ve kendi bestelerini yaymaya uğraşmışlardır.

 

            O sıralarda Edirne’de müzik öğretmeni bulunan Ahmet Yekta Madran, kendi marşını Edirne ve havalisinde yaymaya ve söyletmeye başlamıştır. İzmir’de müzik öğretmeni bulunan İsmail Zühdü de kendi marşını İzmir ve havalisi ile Eskişehir’de yaymakta idi. Ankara’da da Zeki Üngör’ün marşı söylenmekte olup İstanbul’da ise iki marş söylenip yayınlanmaktaydı. Bunlar da İstanbul tarafında birçok mekteplerde öğretmenlik yapan Zati Arca’nın, Kadıköy tarafında ise Ali Rifat Çağatay’ın bestesi söylenmekteydi.

 

 

            Bu durum birkaç yıl böylece devam etmiş ve 1924’te Ankara’da maârif vekâletinde toplanan bir kurul, Ali Rifat Çağatay’ın marşını resmi marş olarak kabul ederek ilgili kurullar ile bütün okullara bildirmiştir. 

 

 

                                          

 

            Bu marş, 1924’ten 1930 yıllarına kadar söylenip çalındıktan sonra 1930 sıralarında yeni bir emirle Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Zeki Üngör’ün bestesi milli marş bestesi olarak kabul edilmiştir. 

 

            Ekim 2013 itibariyle Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün talimatıyla  Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Rengim Gökmen yönetiminde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından İstiklal Marşı’nın yeni kaydı yapılmıştır. 170 sanatçıyla yapılan kayıtta, enstrüman sayısı arttırılmış ve son teknoloji ses sistemleri kullanılmıştır.

 

 

 

 

            Zeki Üngör, İstiklâl Marşı’nın besteleniş hikâyesini şöyle anlatmıştır:

 

            "İstiklâl savaşının devam ettiği sıralarda ben, Muzika-i Humayun muallimi idim. Yani doğrudan doğruya Saray’a ve Vahdettin’e bağlıydık. Bando, Fasıl Takımı ve Orkestra benim emrimde idi.

 

Şişli’de Uğurlu Han’ın 4 numarasında oturuyordum. Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir’e girdiklerinden iki veya üç gün sonra evimde, Talim-Terbiye Heyeti azası ve terbiye mütehassısı dostum Haydar merhumla oturuyorduk. Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi. Büyük bir heyecan içinde, süvarilerin İzmir’e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Hemen kalkıp piyano başına geçtim. Ve derhal içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum.

 

            İlk etapta marşın giriş kısmındaki akoru oluşturdum. Bu şekilde iki, üç mezür yaptım. Arkadaşlarım: "Aman dediler, bu çok güzel bir şey olacak." Bunun üzerine İhsan’a İzmir’in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatı ile anlatmasını rica ettim. O anlattı, ben çaldım. Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de çalıştım. İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim. Çok beğendiler. Bunun üzerine bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim. Kıymeti hakkında daha kat’i bir fikir edinmek maksadıyla da besteyi Viyana Konservatuarı direktörüne gönderdim. On gün sonra direktörden gelen mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin Türk milletinin ihtişamına yakışacak şekilde olduğu belirtilerek tebrik ediliyordum.

 

            Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara’dan çağırdılar, gittim. Bana Muzika-i Humayun’u bütün kadrosu ile Ankara’ya nakletmek vazifesi verildi. Bunun üzerine tekrar İstanbul’a döndüm. Ve Ankara’ya ilk olarak başlarında piyanist Sabri’nin bulunduğu beş kişilik bir heyet yolladım. Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk. Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara’ya gittim. Ve hemen İstanbul’daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım. Üç gün sonra geldiler. Böylece milli marşı bu heyete ilk defa Ankara’da verilen o baloda Atatürk’ün huzurunda çaldık. İşte milli marş böyle bestelendi.”

 

            Bestekârın bu anlatışından, eseri önce sözsüz olarak bestelediği ve daha sonra Mehmet Akif’in şiirini besteye giydirdiği anlaşılmaktadır. Bu sebepten meydana gelen prozodi hataları, eser hakkında sonradan yapılan tenkitlerin başında gelmektedir. Bestekâr yukarıdaki beyanatının bir yerinde her ne kadar, "Bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim" diyorsa da, eserdeki ses sahasını halk tabakasını nazara almadan kullanması bestenin milli marş olarak bestelenmediğini meydana çıkarmaktadır. Marştaki bu teknik hatalardan başka ses ritminden ağır çalınıp söylenmesinde bestekârın kusuru başta gelmektedir. Besteci bu durumu şöyle anlatmıştır:

 

            “Ben İstiklal Marşı’nı bestelerken kulaklarımda İzmir’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı. Eserin başında metronomu (1 dörtlük=80) olan bir eser hiçbir vakit cenaze marşına benzemez.

 

            Plaklardaki ağır tempolu çalınışı ise; "Sahibi’nin Sesi" stüdyosunda orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyenler, bunun çok süratli bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın ancak yarısını doldurduğunu söylediler. Bu sebeple plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler. Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim. O anda aklıma bir şey geldi: "Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar. Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter" dedim. Bu fikir pek münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı. Fakat bilahare böyle bir fikir vermekle hata ettiğimizi anladım. Çünkü marş çalınırken gramofonun hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi?”

 

 

 

           

            İstiklal Marşının bestesi uzun süre hazırlanamamıştı. Bu sorunu gidermek gerekiyordu. Bunun üzerine bir emirle Riyaset-i Cumhur Orkestrası şefi Osman Zeki Üngör’ün batılı tarzdaki bestesinin "milli marş olarak kabul edildiği" memleketin dört bir yanında duyurulur.


            O yıllarda TBMM'de Bursa Milletvekili olarak görev yapan askeri tabip Osman Şevki (Uludağ) Bey'e göre "Osman Zeki Bey'in bestesi Karmen Silva adlı bir sokak şarkısından esinlenerek yapılmış, özgün olmayan bir eser olup ilk şekli Padişah Vahdettin’e takdim edilmiştir. Marşın orkestraya uyarlamasını da Ermeni Edgar Manas Efendi yapmıştır! "


            İşte çalındığı iddia edilen J. Ivanovici’ nin Carmen Sylva’ sı…

 

https://www.youtube.com/watch?v=dEiYllMbh40

 

 

 

            Marşın çalıntı olduğu iddiaları, prozodi hataları ve hızındaki sorun nedeniyle daha sonraları değiştirilmesi tezi ortaya atılarak yetkili yetkisiz türlü şahıslar tarafından türlü fikirler ileri sürülmüşse de değiştirilmesi fikri tutmamıştır. Bu konudaki makul olan umumi kanaat; her ne kadar yeniden daha iyisini yapmak imkânsız değilse de eskisinin artık tarih olmuşluğu hakikati nazara alınarak, bunun üzerinde gerekli rötuşlarla mevcudu onarmaktır.

 

 

 

 

 

 

             Şef Saim Akçıl yönetimindeki Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin 85. yıldönümü dolayısıyla düzenlediği “Cumhuriyet Konseri”, 1921 yılında İstiklal Marşımız için düzenlenen beste yarışmasına katılan eserleri tekrar yıllar sonra izleyici ile buluşturmak amacını taşıyordu. Yarışmaya katılmış olan bestelerin sayıları bilinmemekte idi. Tekfen Vakfı katkısı ile Mehmet Altun ve arkadaşları tarafından çalışılan araştırmalar sonucunda bu bestelerden 11’inin notaları bulunmuştu. Bu eserler aynı tarihlerde Kâzım Karabekir Paşa tarafından yazılmış bir beste ile birlikte, Cumhuriyetimizin 85. yılını kutlamak üzere Tekfen Filarmoni Orkestrası tarafından ilk kez seslendirilmiş oldu.

 

            İşte o bestelerden bazıları:

http://www.youtube.com/watch?v=wA7_IfqvoXY#t=41
 

 Ahmet Yekta Madran Bestesi


 

 

Kazım Karabekir Bestesi

 

 

 

Halid Lemi Atlı Bestesi

 

 

 

Mustafa Sunar Bestesi

 

 



***Törenlerde Kullanmak Üzere Örnek Kayıtlar***

 

Do diyez Minör 

(Sözsüz)


 

 

 

 




Devlet Çoksesli Korosu - Mi Minör

(Sözlü)






Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Mi Minör

(Sözsüz)




Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Sol Minör

(Sözsüz)





Yakup Kıvrak Düzenlemesiyle Re Minör 

(Sözsüz)




1 dakikalık Ti Sesi




2 dakikalık Ti Sesi






 

 

''Ti Sesi'' Üzerine...

 

         ''Ti Sesi'nin kökenini merak ettiniz mi bilemem. Ben merak ettim. Merakımı, bir önceki Amerika Birleşik Devletleri(ABD) Başkanı Buş'un Türkiye'ye geldiği zaman söylediği söz artırdı. Buş, İstiklal Marşı'ndan önceki saygı duruşunda Ti Sesi'ni duyunca çok memnun olmuş, kültürümüz buraya kadar gelmiş demiş.

 

           Konuyu biraz araştırdım. Anılan Ti Sesi'nin önce, 1953 yılı ABD yapımı "From Here To Eternity"adlı ve Türkçe'ye "İnsanlar Yaşadıkça" olarak çevrilen filimdeki müzik parçalarından biri olan "Military Taps" olduğunu öğrendim. Müziğin bestekarı ise Daniel Butterfield idi.

 

 

 

 

 

              İlk başlangıçta, Ti Sesi'nin "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alındığı sanılabilir. Ancak, araştırmayı biraz derinleştirdikçe, müziğin bestekarı Daniel Butterfield (1831-1901)'in Amerikan İç Savaşı'nda generalliğe kadar yükselmiş bir iş adamı olduğu ortaya çıkıyor. Bu müziğin de, iç savaş sırasında savaşın yıkımlarına karşı yakılmış bir ağıt olduğu söylenebilir.''


                                                                                                      Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı
                                                                                                                     Odatv.com

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol