MESSAGE FORUM 


YAHUDİ EVLADI HİTLER VE SOYKIRIM YALANI



YAHUDİ EVLADI HİTLER VE SOYKIRIM YALANI

Soyu Yahudi olan Hitler
Siyonist Yahudilerle anlaşarak
Dolayısıyla Muharref Tevratın emirlerine itaat ederek
İsrail Devletinin kurulması için 
Almanya'daki Yahudilerin Filistine göçünü sağladı
Muharref Tevrat'ın emrine uymayan
Ve kenan diyarına göç etmeyi reddeden
İsrailin kurulmasını geciktirmeye çalışan Yahudileri ise
Yine ordusunda bulunan Yahudi Subayların denetiminde
Ve Siyonist Yahudilerin emirlerine uyarak 
cezalandırdı

ISLAMGREEN34 NEW WORLD 

YAHUDİ HİTLER 

http://www.haberturk.com/dunya/haber/545115-hitler-yahudiymis

Belçika’da yayınlanan Knack Dergisi, Nazi lideri Adolf Hitler’in genetik olarak Kuzey Afrikalılar ve Yahudilerle akraba olduğunu öne sürdü. Hitler’in Avusturya ve ABD’de yaşayan akrabalarının babadan oğula geçen ‘Y’ kromozomlarını inceleyen gazeteci Jean-Paul Mulders, Hitler’in ‘E1b1b’ haplo grubuna dahil olduğunu, bu grubun da Almanya ve Batı Avrupa’da çok az bulunduğunu yazdı. 

ARİ IRKTAN GELMİYORMUŞ 

Bu grubun özellikle Afrika’nın kuzeydoğusunda ve Ortadoğu’da görüldüğünü vurgulayan dergi, Yunanların ve Sicilyalıların yüzde 25’inin de ‘E1b1b’e dahil olduklarını belirtti. Haberde, bu grubun en fazla Afrika’da yaşayan Berberi toplumunda görüldüğüne de ayrıca dikkat çekildi. Diğer yandan ‘E1b1b’ haplo grubunun Doğu Avrupa’daki Aşkenazi Yahudilerinde de çok görüldüğü kaydedildi. Hitler’in ari ırktan geldiği iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyleyen Mulders, “Hitler’in belki de nefret ettiği insanlarla akraba olduğunu söyleyebiliriz” diye yazdı. 2008 yılında Hitler’in ‘çocuğu’ olduğunu iddia eden Jean-Marie Loret’in iddiasını araştıran Belçikalı gazeteci, Hitler’in hayatta olan erkek akrabalarının izini sürerek DNA örneklerini almıştı

HİTLER YAHUDİ'Mİ  -   11 Mayıs 2005  
Güneri CIVAOĞLU     -   Milliyet Gazetesi  

http://www.milliyet.com.tr/hitler-yahudi-miydi-/guneri-civaoglu/siyaset/yazardetayarsiv/11.05.2005/115439/default.htm

"Nazi Almanya'sının lideri ve 6 milyon Yahudi'nin öldürülmesinden sorumlu Hitler, çeyrek kan Yahudi mi"
ABD gizli servislerini II. Dünya Savaşı'nda yaptırdıkları araştırmaya göre, Hitler'in babaannesi Maria Anna Schicklgruber Viyana'da yaşıyordu. Musevi kökenli Rothschild'lerin evinde hizmetkâr olarak çalışıyordu. Rothschild Ailesi onun hamile olduğunu anlar anlamaz, doğduğu Spiteal'deki evine geri göndermişti.Bu durumda dönemin geleneklerine göre Maria Anna Schicklgruber, Rothschild'lerden birinden hamile kalmış ve oğlu (Hitler'in babası) Alois'in gerçek/biyolojik babası olabilir.Dünyaya dehşet veren Adolf Hitler'in babası Alois Hitler, gayri meşru çocuk olarak doğdu. 40 yaşına kadar nesebi belirsiz yaşadı. Annesinin soyadını taşıdı. Annesinin sonradan evlendiği Johann Georg Hiedler, ölüm döşeğinde yumuşamış ve gayri meşru çocuğunu kabul etmişti ama Alois soyadı olarak Hiedler'i değil, anneannesinin soyadı olan Hitler'i almıştı. Peki Hitler'in çeyrek Yahudi kanı taşıdığı iddiasını kuvvetlendirecek başka bir işaret var mı?Sorunun cevabı, "galiba evet..."Babası Alois Hitler, sonraları dünyaya dehşet vererek 6 milyon Yahudi'nin ölümüne neden olacak oğlu Adolf Hitler'in vaftiz babası olarak Prinz adında Viyanalı bir Yahudi'yi seçmişti. Alois Hitler, o sıralarda Braunau'da bir gümrük memuru olarak çalışıyordu. Biyolojik babasının bir Yahudi olduğunu hissetmese ya da annesinden böyle bir izlenim almasa herhalde oğluna vaftiz babası olarak bir Yahudi'yi seçmezdi.Gene ABD gizli servislerinin araştırmasına göre, şansölye Dollfuss, "Adolf Hitler'in çeyrek Yahudi olduğu" yolunda bazı kayıtlara belki de sahipti. Dollfuss öldürüldü. Hitler, o evrakın peşindeydi ancak erişip erişemediği belli değil
Bu satırları "Öteki Hitler" adlı kitaptan yansıtıyorum.
(Öteki Hitler-Walter C. Langer- Bir harf Yayınları. İstanbul/ Nisan 2005.)
Kitap, II. Dünya Savaşı sırasında ABD gizli servislerinin
(Stratejik Hizmetler Dairesi) bir psikanaliz uzmanlar grubuna hazırlattığı rapordan sayfalarla oluşuyor. Hitler'in psikolojik yapısını, kendisinin ve tüm ailesinin yaşamını araştıran bir rapor.Amaç, Hitler'in savaş boyunca hangi kararlar alabileceğini ve yenildiği zaman neler yapabileceğini öngörebilmek
Bu araştırma, Hitler'in yorumu için ipuçları vermekte.
Örneğin..."Babasının Yahudi kanından gelen bir erkeğin piçi olması ihtimali onun iç dünyasında büyük fırtınalar yaratmış olabilir. Yahudi kıyımının kökeninde bu tepki ve nefret aranabilir."Babası Alois Hitler'in biyolojik babası Rothschild Ailesi'nden bir erkek değil de, sonraları dile getirildiği gibi bir değirmenci çırağı olan Johann Georg Hiedler olsa bile Adolf Hitler'in içinde "çeyrek kan Yahudilik ve babasının Rothschild'lerin piçi olduğu" yolunda küçük bir kuşku bile yıllar içinde çığ gibi yığılan tepki seli oluşturabilir.Belki de Yahudi kıyımının arkasında bu müthiş kuşku var.Herhalde Adolf Hitler, vaftiz babasının da Viyanalı bir Yahudi olduğunu biliyordu.
Hitler'in siyaset tutkusu da belki babasından geliyor olabilir. Babası Alois Hitler, gümrük memurluğundan emekli olduktan sonra köye yerleşmişti.Ama her zaman üniformasıyla geziyor ve kendisine "sayın memur Hitler" diye hitap edilmesini istiyordu. Çevresindekilere üstünlük taslamayı seviyor ve köy meyhanesinde oturup sürekli siyaset konuşuyordu.Babası sürekli içip, eve ulaştığında ayırım gözetmeden karısını, çocuklarını ve köpeğini dövüyordu. Bir keresinde oğlu Adolf Hitler'i öylesine dövmüştü ki, onu öldü sanmışlardı. Hitler'in şiddet tutkusunda bu çocukluk yaşamının izleri de olabilir.Hitler'in "sağlıklı ırk" tutkusu için de geçmişinden iki iz yansıtayım.Aile doktoru Bloch'a göre, Adolf'un ablası kesinlikle bir embesil (aptal) idi. Kız kardeşi Paula'nın da belki ileri derecede "geri zekâlı" olabileceği söyleniyordu
Böyle arızalı bir kişiliğe karşı kazanılan zafer mi büyük... Yoksa böyle arızalı bir kişiliğe büyük güçler veren yerküre mi küçük


YAHUDİ HİTLER VE SOYKIRIM YALANI 

http://www.bilgiustam.com/adolf-hitler-ve-yahudi-soykirimi-gercegi/

2. Dünya Savaşı mimarlarından Hitler günümüzde hala konuşuluyor. Özellikle de gündeme gelişinin sebebi, ” Yahudi Soykırımı ”, diğer adıyla ” Holokost ” . 2. Dünya Savaşı esnasında 6 milyona yakın Yahudi’ nin öldürüldü. Bunun sorumlusunun da, Almanların Führer olarak adlandırdıkları Hitler olduğu belirtiliyor. Peki bu soykırımı Hitler neden yaptı? Çeşitli söylemlerin dışında, bu konu hakkında Hitler’ in kendi yazdığı kitapta da kendi ağzından bazı söylemleri bulunuyor. Main Kampf ( Kavgam ) adlı eserinde Hitler, Yahudilerin özellikle Alman ekonomik yapısına darbe vurduğunu savunuyor. Hatta savaşı da Yahudilerin yüzünden kaybettiğini söylüyor. Savaş döneminde silah fabrikalarının çoğu Yahudilerin elindeydi ve işçileri de Yahudi’ ydi. Bu fabrikalar en gerekli oldukları zamanda greve gitmeleriyle, Almanların savaş alanlarında mühimmat sıkıntısı yaşamasına sebep oldular. Hitler işte bu ihaneti asla affedemediğini kitabında belirtiyor. Bugüne kadar bu konu hakkında araştırma yapanların yaygın görüşüne göre ise Hitler, annesinin yaşadığı hastalıktan kurtarılamaması sonucu doktorları suçlu görüyordu. Bu doktorlar da Yahudi’ ydi. Ancak araştırmacılar bu konuda sınırlı verilere ulaşmadılar. Çok daha geniş alanlarda araştırma yaptılar ve ortaya koydukları sonuçlar akıllara farklı soruların gelmesine sebep oldu. Mesela akıllara, Hitler’ in ” Yahudi Soykırımı ” nı gerçekleştirmesinde gizli güçlerin olduğu veya bizzat Siyonizm temsilcileriyle anlaştığı vb. düşüncelere ilişkin sorular geliyor. Bu sorulara cevap verebilmek için o dönemi iyi bilmek gerekir. O döneme ait tarafsız bilgileri yazacağım. Yer yer bazı iddiaların olası nedenlerine de tarafsız bilgiler ışığında değineceğim. Kısaca o döneme ait verileri, araştırmaları, yaşanmış gerçekleri size sunacağım ve akla gelen soruları cevaplandırması sizin şahsi kanaatinize kalacak. İşte o dönemin kısa bir panoraması ve o döneme ilişkin araştırma sonuçları:

 

Hitler’ in Almanya’ nın Başına Geçmesi ve Diktatörlüğe Giden Adımları: Akla gelen sorulara ışık tutabilecek olayların başlangıcına inmekte fayda var. Bunun için de bu dönemde gerçekleşen olayların baş kahramanı Hitler’ in Almanya’ nın başına geçtiği dönemi irdelemek gerekir. Yani 2. Dünya Savaşı’ ndan 15 yıl öncesine gitmek gerekir. Bilindiği gibi Almanya, 1. Dünya Savaşı’ nda Osmanlı ile müttefikti. Bu savaşta Almanya’ nın bulunduğu taraf yenilince, çok ağır sonuçlara katlanmak zorunda kaldılar. Hatta Dünya tarihine göz atıldığında, belki de en yüklü savaş tazminatı ödeyen ülke Almanya olmuştur. Tam 132 milyarlık altın para tazminatı Versay Barış Antlaşması ile Almanlara dayatılmıştı. Bunun yanı sıra bir de Alman ordusu 100 bin sayısına kadar düşürülmek zorunda kalmıştı. Açığa çıkan onca asker de işsizler ordusuna katıldı. Bu savaşta kaybettiği Elsaß-Lothringen ( Alsas-Loren ) Bölgesi ile ekonomisine büyük bir darbe vurulmuştu. Bu bölge bilindiği gibi demir madenin çok fazla bulunduğu bir bölge. Zaten topraklarının da büyük çoğunluğunu kaybetmesiyle işlenebilir tarım arazisi de kısıtlanmış oldu. İmparator 2. Wielhelm de savaş yenilgisinin hemen ardından ülkeden kaçtı ve siyasi bir boşluk ortaya çıktı. Bu esnada da Kasım Devrimi gerçekleşti. Kasım Devrimi’ nin akabinde seçimler oldu ve koalisyon hükümeti oluşturuldu. Bu hükümette sosyal demokratlar ve başkan Freiderich Ebert etkiliydi ancak ellerinden gelen hiçbir şey yoktu. Çünkü halkın içinde bulunduğu durum çok ağırdı


Toplum psikolojik açıdan da çökmüştü. Çünkü Fransızlar, yani tarihi düşmanları onları Versay Antlaşması’ yla yerle bir etmişti. Almanlar bu yüzden ağır koşullardan çok hakaret olarak gördükleri bu antlaşmanın psikolojik etkisindeydiler. Dolayısıyla başlarına gelecek lider etkisiz kalmamalı ve eski Almanya ruhunu canlandırabilmeliydi. Bu dönemin parlayan yıldızı milliyetçilik akımı da, aldıkları ağır yenilgiyle kırılan gururlarını eski günlere döndürmek isteyen Almanları derinden etkiledi. Hitler işte böyle bir ortamda sahneye çıktı. Hitler bu dönemde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ ne lider oldu. Hitler içinde bulundukları durumun ciddiyetini kavrayabildiğinden olsa gerek sürekli milliyetçi söylemlerle kitleleri etkiliyordu. Sürekli Versay Antlaşması’ nı asla tanımayacaklarını vurguluyor ve Almanlar için ” yeni hayat sahası ” kavramını ortaya atıyordu. Partinin programında yer alan maddelerde ise Yahudi aleyhtarlığı fark ediliyordu. İşte o programdaki maddelerden birkaçı şöyle:
– Sadece bizim milletimizden olanlar vatandaş olabilir. Sadece Alman soyundan gelenler, inancı ne olursa olsun, bizim milletimizdendir. Bu yüzden hiçbir Yahudi bizim milletimizin parçası olamaz.
-Halkımızın geçimi ve sayıları artan insanlarımızın yerleşmesi için toprak (koloni) istiyoruz.

Bu parti programı ve söylemleriyle Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi sadece 4 yılda ülke siyasetinde çok büyük bir güç haline geldi. 1924′ te mecliste 32 tane milletvekili vardı. 1924′ ten itibaren Rotchilds adındaki ünlü Yahudi aile Amerika’ daki üyeleri aracılığıyla Almanlara destek sağlamaya başlamıştır. Bunun en açık örneği de Almanların borçlarını yapılandıran Dawes ve Young Planlarıdır. J.P Morgan aracılığıyla bu aile planlar üzerinde etkili olmuştur. Peki Almanlara yarar sağlayan bu planlar karşılıksız bir şekilde mi ortaya çıktı? Bu soruyla bağlantılı dönemin Filistin’ ine göz atalım:

1924 ve Sonrasında Filistin Toprakları: Almanya’ da bu yıllarda gerçekleşen durumlar böyleydi. Peki ya Filistin’ de? Filistin bu döneme kadar, Yahudi yerleşkesi olarak Dünya Siyonist Örgütü’ nün hayaliydi. Çok paralar akıtılıp bu bölgeden birçok toprak satın alınmıştı. Osmanlı’ nın son bulmasıyla da bu örgüt daha faal bir rol üstlenmiş ve emellerine ulaşacak topraklara kısmen ulaşmışlardı. Ancak sadece toprak yetmiyordu. Hayalini kurdukları Yahudi Devleti için Yahudilerin de bu topraklara gelip yerleşmesi gerekiyordu. Bölgeyi elinde tutan İngilizler de bu örgüte destek veriyordu. Tüm propagandalara rağmen Osmanlı zamanındakilerle ve sonrasında gelen Yahudilerle birlikte Yahudi sayısı ancak 85 bine ulaştırılabilmişti. Çünkü Yahudilerin yaşam kaliteleri Avrupa’ da üst düzeydeydi. Yahudilerin bu isteksiz tavrı örgüt için bir handikaptı. Bir şekilde Yahudilerin bu topraklara göçü sağlanmalıydı. Bu dönemde de en fazla Yahudi Alman toprakları içindeydi. Zaten Yahudi Katliamı’ nda 6 milyon gibi bir sayıdan söz edilmesi de bunu kanıtlıyor. Almanya’ da milliyetçilik söylemleriyle hızlı bir yükselişe geçen Hitler işte bu noktada farklı bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Milliyetçilik söylemleriyle halkın gururunu okşayan Hitler henüz bu dönemde gerekli mali kaynağa ulaşabilmiş değildi. Zaten halkın içinde bulunduğu durumda, siyasal söylemlerini bir şekilde ekonomik olarak da desteklemeliydi. Aksi durumda O da seçimi kazanamayacağının farkındaydı.

Hitler’ in Ekonomik Destekçileri: Seçim propagandalarında sürekli ön plana çıkan Hitler’ in mali destekçilerini duyduğunuzda şaşıracaksınız. O dönemde Almanya’ da sanayi devleri olan Thysen, Krupp, Kirdoff ve Rotchilds ailesinin Amerika’ da bulunan uzantılarına ait olan General Motors, Du Pond, Ford’ un yanı sıra Yahudi petrol şirketi Standard Oil ( Rockefeller Ailesi’ nin şirketi ) Hitler’ e mali açıdan çok fazla destek olmuşlardır. Bu desteği de arkasında bulan Hitler 1933 yılında Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından iktidara getirildi. Bu hamleyle seçim de bir formaliteye dönüştü. Çünkü hem halkın hem de bu büyük şirketlerin baskısına cumhurbaşkanı dayanamamıştı. Hitler için her şey yeni başlıyor. Çünkü artık vaatlerini gerçekleştirme aşamasına gelmişti. Öncelikle Alman ırkı için yeni hayat sahalarını gerçekleştirmeliydi. Ancak çökmüş Alman ekonomisiyle savaşa girmek son derece mantıksızdı. Seçimlerden önce etkin olan Yahudilerin mali desteğine yeniden ihtiyaç vardı. Bu desteklerin organizasyon kısmında ise Dünya Siyonist Örgütü ( WZO ) vardı. Bunun kanıtı da 2. Dünya Savaşı boyunca Almanların kullandığı topların üretimini bir Yahudi şirketi olan SKF yapmıştır. Jacob Wallenberg şirketin sahibidir. Standard Oil de Nazilere ait askeri araçların petrol ihtiyacını karşılamıştır. Üstelik toplama kamplarında kullanılan gazların üretimi bile Yahudi kimya firması olan Farben şirketidir.

Savaş öncesinde üretilen 500 ton civarındaki kurşun Almanlara ulaştırılır ve bu kurşunların ödemesini gerçekleştiren Brown Bros Harriman’ dır. O da bir Yahudi’ dir. Bu ödeme, Harriman teminatı olarak gerçekleştirilmiş ve teminat tarihi de 21 Eylül 1938 olarak kayıtlara düşülmüştür. Ancak savaşa bir adım kala Alman borçlarının vadesi geliyordu ve bu durum büyük bir sıkıntıya sebep olacaktı. 1933′ te, Foster Dulles ( CFR üyesi, sonraki dönemde ABD Dışişleri Bakanı ) ve Allen Dulles ( CFR üyesi, sonraki dönemde CIA şefliği yaptı ) ile Hitler görüşme yaptılar ve bu borçların vadeleri uzatıldı. Ayrıca Yahudi ailelerinde Samuel ailesi de Hitler’ e 30 milyon pound mali destek sağlıyordu. Royal Dutch Shell adlı petrol firması bu aileye aitti. Bilinen bu gerçekleri Hitler de inkar etmemiştir. Hatta en yakın arkadaşlarından Herman Rauschning’ in yazdığı kitapta bunlara değinilmiştir. Hitler M’a Dit ( Hitler Bana Dedi ki ) ismini taşıyan kitapta, Hitler’ in mücadelesinde Yahudilerin çok önemli katkılarının olduğunu ve mali olarak çok destek verdiklerini belirtiyor. Bu ifadeyi de Hitler’ in ağzından veriyor.

 

Akıllara yeni sorular gelmeye devam ediyor. Yahudi çevreleri bu mali desteği neden sağladılar? Üstelik bu desteği, parti programında açıkça Yahudi aleyhtarlığı yapan bir lidere veriyorlardı. Seneler sonra ortaya çıkan Wilhelmstrasse gizli belgeleri ile bu olaya ilişkin fikirler oluştu. Bu belgelerde Siyonist Örgütler ile Hitler’ in anlaşma yaptıkları ortaya çıktı. Yahudilere yapılan baskıya, Yahudi liderlerin destek verdiği ve mali olarak Hitler’ i de bu baskıyı yapması için destekledikleri bu belgelerde yer alıyor. Özellikle de zengin Yahudi ailelere gözdağı vermek amaçlarıydı. Bu yüzden de toplama kamplarına sadece sakat, engelli, yoksul Yahudiler getiriliyordu. Bunların yanında Romanlar ve Çingeneler de vardı. Bu korkutma ve baskıyla varlıklı Yahudiler satın alınan topraklara göçe zorlanmış oluyordu. Üstelik Hitler, devlet politikası olarak Yahudilere göçün önünü açıyordu. Soykırım amacı olan bir diktatör niçin böyle bir göçe izin versin? Üstelik neden devlet politikasıyla da desteklesin? Göç etmek isteyen Yahudilerin göç organizasyonunu da Siyonistlerle birlikte yürütmüş ve sadece Filistin’ e göçe izin vermişlerdir. Nazi subaylarından olan Adolf Eichmann bu göç organizasyonunun başında yer almış ve Macaristan, Çekoslovakya ve Avusturya’ da göç büroları kurdurmuştur. 1941′ e kadar bu bürolar aracılığıyla Eichmann yasalar çerçevesinde Yahudi göçünü yürütmüş ve 250 bini aşkın Yahudi’ nin Filistin’e göçünü gerçekleştirmiştir. Hitler ilk olarak Romanya, Polonya, Avusturya ve Macaristan’ ı işgal etmiştir. Bunun sebebi de Yahudi nüfusunun bu ülkelerde daha çok olması olarak gösterilir


Bizim de özellikle 2. Abdulhamid ile görüşmelerinden tanıdığımız gazeteci siyonist Theodor Herlz bu konu hakkında şöyle diyor: Wilhelmstrasse’ nin gizli arşivleri, Hitler İmparatorluğu ile Yahudi Örgütleri arasında, Alman Yahudilerinin Filistin’ e göçlerini kolaylaştırmak amacıyla bir anlaşma imzaladığını ortaya koymaktadır

2. Dünya Savaşı 1945 yılında bitmiştir. Bundan sadece 3 yıl sonra da İsrail Devleti 1948′ de kurulmuştur

YAHUDİ NAZİ ASKERLERİ 

http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=8078


Dolayısıyla mesele, siyah-beyaz olmak üzere iki renge bürünüyor: Naziler kasap, Yahudiler de kurban. Böylece Yahudilere yapılan zulüm kutsanıyor ve kendisine önünden, arkasından hiçbir batılın ulaşamayacağı mutlak gerçeğe dönüşüyor. Sonuçta bu zulüm, başk

Bir meseleyi kendi medenî ve insanî boyutundan çıkarıp, istedikleri anlamı yükleyecekleri soyut bir olay veya bilgi haline getirmek, Batılıların analizlerinde görülen en temel hilelerden biridir.

 

Örneğin Batı, üçüncü dünya ülkelerindeki, özellikle de Afrika ve Arap dünyasındaki yolsuzluk meselesini ele alırken, Batı devletlerinin, üçüncü dünya ülkelerindeki hükümetlerin büyük bir bölümünü desteklemesini, yine Batı âleminin ve Batılı şirketlerin, söz konusu ülkelerde iktidarı ellerinde tutan seçkinlere rüşvet vermesini, bundan ayrı tutarlar. Böylece yolsuzluk, toplumsal bir mesele olmaktan çıkıyor ve oluşmasında Batı’nın büyük bir paya sahip olduğu siyasi bir mesele haline dönüşüyor. Sonuçta henüz Batılı demokratik değerlere (!) ulaşamamış üçüncü dünya ülkelerinin büyük bir darboğaza girmelerine sebep oluyor.

 

Aynı şey “İslâmi terör” olarak isimlendirilen durum için de geçerlidir. Çünkü bu durum, Batılıların bölgeye müdahale etmesi, Amerikan ordularının Irak ve Afganistan’ı yakıp yıkması, bozgunculuk yapan bazı Arap hükümetlerini desteklemesi ve Siyonist işgalin her gün Filistin halkına zulmetmesinden ayrı tutularak ele alınıyor ve değerlendiriliyor. Sonra da (İspanya ve İngiltere’de meydana gelen patlamalar gibi) yıkıcı bazı eylemler ortaya çıktığında, sanki bunlar şerli bir aklın ürünüymüş gibi ele alınıyor ve sanki terör, İslâm’ın ayrılmaz bir parçasıymış gibi sunuluyor.

 

Aynı şekilde bu yargı, Filistin, Irak veya Afganistan’daki meşru bütün direniş hareketlerini kapsayacak şekilde genelleştiriliyor. Oysa terörle mücadele adı altında Arapların işlerine karışan Amerikan sömürgeciliğine ve onlarla müttefik olan fasit Arap rejimlerine karşı verilen direniş, meşru bir niteliğe sahiptir.

 

İşte Batı dünyası, “holocaust (katliam/soykırım)” olarak isimlendirdikleri Nazilerin Avrupalı Yahudilere yaptığı zulüm konusunda da aynı tavrı sergilemiştir. Bu meseleyi Batı uygarlığı içindeki konumundan tamamen çekip çıkarmışlar ve onu bir “ikona”ya dönüştürmüşlerdir. Yani Tanrının, içine girip yerleştiği bir put (heykel) haline getirmişlerdir. Dolayısıyla artık ona iman eden birinin, ne ondan şüphe etmesi, ne de onun anlamını sorgulaması mümkündür. Aslında ikona, kendisinin dışında hiçbir şeye işaret etmiyor ve sadece kendi kendinin referansı oluyor.

 

Bu yüzden Batı dünyası, Nazilerin Yahudilere yaptığı zulmü, Batı uygarlığı içinde çok geniş yer tutan benzer zulümlerin bir parçası olarak değerlendirmek yerine, tek başına sadece bu zulmü gündemine almakta ve bu zulümden bahsetmektedir. Oysa Batı uygarlığının zulüm tarihine bir baktığımızda, Kuzey Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda’daki milyonlarca yerlinin ve köleleştirilen milyonlarca Afrikalının aynı zulümlerle karşılaştığını görüyoruz. Yine Belçikalı sömürgeciler Kongo’daki yerlilere ve Fransız sömürgecileri de milyonlarca Cezayirliye aynı zulmü reva görmüşlerdir.

 

Dolayısıyla mesele, siyah-beyaz olmak üzere iki renge bürünüyor: Naziler kasap, Yahudiler de kurban. Böylece Yahudilere yapılan zulüm kutsanıyor ve kendisine önünden, arkasından hiçbir batılın ulaşamayacağı mutlak gerçeğe dönüşüyor. Sonuçta bu zulüm, başka hiçbir benzeri olmayan ve hiçbir şeyle kıyaslanamaz bir zulüm olarak ortaya çıkıyor.

 

Buradan hareketle, bu zulümden şüphe edenleri cezalandıran kanunlar çıkartılıyor. (Buna karşılık Allah’ın varlığından şüphe edenleri, hatta mutlak ve sabit ahlaki değerlerden şüphe edenleri cezalandıran benzer kanunlar yok).

 

Bu zulmü, Batı’nın uygarlık ve siyasi çerçevesi içindeki konumuna yerleştirip, ona yüklenen kutsallığı ondan çekip almak suretiyle, zulüm olarak sadece onu gündeme getiren görüşün karşısına çıkmanın bir görev olduğuna inanıyorum. Yapmamız gereken, onun da, benzerlerinden farkı olmayan, insanî ve tarihî bir olgu olduğunu ve iki renkli bir zulüm görüşünün geçerli olamayacağını açıklamaktır.

 

Bu konuda takip edilmesi gereken en önemli stratejilerden biri de, Siyonistlerin, bireysel,  kurumsal, gizli ya da aleni olmak üzere bütün seviyelerde Nazilerle gerçekleştirdikleri yardımlaşmanın hangi boyutlarda olduğunun açıklığa kavuşturulmasıdır.

 

Kasım 1996’da İngiliz Daily Telegraph gazetesinde “Hitler’in Yahudi Askerleri Hakkındaki Özel Sırrın Keşfi” başlığıyla bir makale yayımlandı. Başlıktaki yer alan “Hitler’in Yahudi askerleri” ibaresi, Batı’nın bu konudaki söylemini temelinden yıkıyor. Çünkü bu ibare, bir taraftan Nazilerin, diğer taraftan da Siyonistlerin ve Yahudilerin nasıl iç içe girmiş olduklarını açığa çıkartıyor. Dolayısıyla bu meseleyi siyah-beyaz olarak ele almanın hiçbir sağlıklı temeli bulunmuyor.

 

Makalede dile getirilen –daha önce dikkatlerden kaçırılmış- bilgiler, bir basın organınca yapılmak istenen sansasyon niteliğinde değil. Aksine bu bilgiler, Oxford üniversitesinde bir tarih öğrencisi olan Bariani Richez’in yaptığı araştırmaların ürünüdür.

 

Makalede, Alman yasalarının, Nazilerin iktidara gelişinden, yani 1935 yılından itibaren melez olanlara ve Yahudi soyundan gelenlere vatandaşlık hakkı verilmesini yasakladığı belirtiliyor. İşte Siyonistler ve Batılılar tarafından yapılan analizlerde, meselenin siyah-beyaz olarak sunulmasının sebebi budur.

 

Ancak gerçekler, bu indirgemeci üsluba meydan okuyor. Çünkü makale, orduda görev yapan Yahudilerin ve yarı-Yahudilerin (melez Yahudilerin) üst düzey rütbelere yükselmemek şartıyla, ordudaki hizmetlerine devam etmelerine izin verildiğini bildiriyor. Ne var ki, bu şarta bile riayet edilmemiştir. “Alman Ordusunda Çalışanlar İşleri Bölümü”nün raporları, Yahudi asıllı melezlerden veya Yahudilerle evli olanlardan 77 yüksek rütbeli subayın Nazi ordusunda görev yaptığını ortaya koyuyor. Yine aynı raporlar, binlerce Yahudi melezin Nazi ordusunda görev yaptığını bildiriyor.

 

Richez’in yaptığı çalışmalar bu kişilerin durumlarındaki farklılıkları da açıklık getiriyor. Bunlardan bazıları dindar Yahudiler, bazıları da –kanunların kendilerine nasıl baktığını dikkate almadan- kendilerini Yahudi olarak kabul etmeyenlerdir. Bazıları gerçek nesebini gizliyordu, bazılarınsa bunu yapmaya gücü yetmiyordu.

 

Richez yaptığı araştırmalarda şu durumu da keşfediyor: Yahudi askerler Nazi ordusunda görev yaparken, onların Yahudi akrabaları, tutuklu bulundukları askeri karargâhlarda öldürülüyorlardı. Richez, buralarda öldürülenlerden sayıları 2300’ü bulan kurbanın, birinci dereceden akrabası olan yaklaşık 1000 askerle karşılaşmış ve bunların 1200 tanesini belgelendirmiştir. Yine topladığı otuz bine yakın belgeden, Nazi ordusunda Yahudi asıllı 2 mareşal, 10 general, 14 albay ve 30 binbaşının bulunduğunu ispat etmiştir.

 

Belgeler bize, bazıları son derece garip olan çok farklı durumların yaşandığını da haber veriyor. Örneğin yüksek rütbeli Yahudi Nazi subaylarından biri, üzerinde resmi üniforması, girdiği çarpışmalarda aldığı madalyalar ve girdiği savaşlardan birinde görevini en işi şekilde yapmış olmasından dolayı aldığı Demir Haç (Iron Cross) nişanı olduğu halde, toplama kamplarından birinde bulunan babasını ziyaret ediyordu. Olay bize garip geliyorsa da, Nazi Almanya’sında bunların alışılagelen normal şeyler olduğu anlaşılıyor. Aslında belgeler, Yahudi Nazi subaylarının soyu konusunda tam bir bilgiye sahip olunduğunu gösteriyor. Örneğin 1982 yılında doğan ve babası bir Yahudi olan Mareşal Erhard Milch, Alman Hava Kuvvetleri komutanı olan ve Hitler’den sonra onun yerine gösterilen adaylardan biri olan Hermann Goering’in şahsi dostuydu.

 

Erhard Milch, Luft Hansa şirketinin –ki bu şirketi geliştiren odur- ve uçak parçaları biriminin başkanıydı. Milch, Nazilerin yaptığı tarife göre yarı-Yahudi kabul ediliyordu. Ancak Hitler ve Goering, Milch’in soyuyla ilgili engeli aşmaya ve annesinin, Milch’in gerçek babası –soyu- olduğuna karar verdiler. Dolayısıyla Milch, temiz Alman kanı taşıyordu.

 

Böylece yarı-Yahudi Nazi mareşali Erhard Milch görevinde kalmaya devam etti ve Nazi rejimiyle olan dostluğunu sürdürdü. Milch savaş bittikten sonra savaş suçlusu olarak Nuernberg mahkemesinde yargılandı ve 1945’ten 1955’e kadar on yıl hapiste kaldı. 1972 yılında da öldü.

 

Araştırma bunun gibi ilginç örneklerle dolu:

 

Edgar Chakopson: Ondan gerçek ismini gizlemesi istenmiştir; çünkü Yahudiliğe ait ibadetleri yerine getirmemesine ve Yahudi olmayan bir kızla evlenmesine rağmen Nazilerin tarifine göre, halis bir Yahudi kabul ediliyordu. Edgar şu an halen hayattadır.

 

Edgar film yapımcısı olarak ve sonra da Paris’te (Nazi) basın bürosunda çalıştı. Birinci dereceden Demir Haç nişanı aldı. 1941 yılında kız kardeşi, üzerine Yahudi yıldızı takınmış olarak Nazi kongrelerinden birine girmeye çalıştı. Kongreye girmesi engellenince, kardeşinin Nazi ordusunda binbaşı olduğunu söyleyerek, içeriye girişinin engellenmesini protesto etti.

 

Daha sonra Edgar tutuklanıp, kimlikte sahtecilik yapmaktan yargılandı ve toplam kamplarından birine gönderildi.

 

Helmut Wilberg: Alman saldırılarında Blitzkrieg (yıldırım savaş) stratejisini geliştiren kişidir. Yine birinci dünya savaşında Alman topçularını desteklemek için savaş uçağı kullanmıştır.

 

Wilberg’in babası Yahudi’dir. Ancak dosyasındaki 30 Nisan 1941 tarihli bir belge, Wilberg’in, kendi durumunu araştırdığını ve babasının Yahudi olmadığını keşfettiğini bildiriyor. Wilberg uçağının düşmesi sonucu 1941 yılında ölmüştür.

 

Kool Volter: 1922 yılında Weimar Cumhuriyet ordusuna katıldı. Annesi Yahudi’dir. Ordu Personeli İşleri Ofisi’ndeki dosyasından, Berlin’de bulunan Subaylar Komutanlığı Merkezi’nin 1934 yılında “o, âri değildir” diyen bir mektup gönderdiği anlaşılıyor.

 

Ancak kendisi için iyi bir şans eseri olarak 1923 ve 1924 yıllarında komünistlere karşı savaşmış olduğundan, Ordu Personeli İşleri Ofisi, onun orduda kalması gerektiğini tavsiye etmiştir. Bununla birlikte aslının Yahudi olması, tayin edildiği Askeri Fakülte’deki arkadaşları için hep bir problem kaynağı olmuştur. Bu yüzden Çin’e tayin edilmiştir.

 

 

Hitler onu 1936 ve 1939 yıllarında üstün hizmet madalyası ile onura etmiştir. Sonra fotoğraflarını, dosyasını, evraklarını ve diplomalarını görünce, onun âri olduğu şeklinde bir açıklama yapmak suretiyle onu tekrar onura etmiştir. Kool Volter’in orduda çok üstün hizmetleri vardı. Polonya’nın bombalanmasında Grenadethrower tümenine komuta etmesiyle Demir Haç nişanı aldı. Yine Mayıs 1943’te 21 Rus tankını yok etmesinden dolayı kendisine Şövalye Haç (Chevalier's Cross ) nişanı verildi. Ancak aslının Yahudi olması, 1943 yılının sonunda, onun generallik rütbesine yükselmesine engel oldu. Ekim 1944’te Ruslara esir düştü ve 12 yıl Rus hapishanelerinde kaldı.

 

Helmut Filberg: Birinci dünya savaşında Alman piyade birliklerine desteklemek için savaş uçağı kullandı. 1936 yılında Franco’yu desteklemek için İspanya’ya gönderilen Alman uçak filosunun komutanlığını üstlendi ve kendisine Şövalye Haç nişanı verildi.

 

Helmut Filberg Uçak Fakültesi’nin idareciliğini de yapmıştır ve geldiği makamlarda sürekli yükselerek generallik rütbesine kadar ulaşmıştır. Annesi Yahudi’dir. Ancak dosyasında bulunan bir belgede şöyle diyor: “Soyum ve atalarım hakkında yaptığım uzun araştırmalardan sonra Yahudi olmadığımı keşfettim.”

 

Yine Richez 76 yaşında olan ve Almanya’da yaşayan bir başka adamla karşılaşmıştır. Bu adam, o dönemde Almanya’nın işgali altında olan Fransa’ya gitmiş ve yeni bir isimle SS (Nazi) birliklerine katılmıştır.

 

Savaşa katılan çok sayıda yarı-Yahudi, Todot Organizasyon hesabına çalışıyordu. Bu Organizasyon, toplama kamplarındaki Nazi İmar programlarından sorumluydu. Kurtulan ve çalışabilecek durumda olan Yahudiler ücretsiz çalıştırılmak üzere buraya gönderiliyordu.

 

Nazi yönetimi, Yahudi bir anneden veya babadan olan –ve böyle olduğu bilinen- askerlere en büyük askerî nişan olan “Şövalye Haç” nişanını vermiştir.

 

Örneğin komutan Burkart, yarı-Yahudi olduğu için 1934 yılında askeri görevinden uzaklaştırılmış, ancak aynı yıl Hitler’den aldığı Alman kanı raporuyla görevine dönmüş ve Chiang Kai Shek’in ordusuna yardım etmek için Çin’e gönderilmiştir.

 

1941 yılında tank tümeninin komutanlığına getirilmiş ve aynı yıl Ağustos ayında Rusya’daki görevini en iyi şekilde yerine getirmiş olmasından dolayı kendisine Şövalye Haç nişanı verilmiştir. Daha sonra esir düşmüştür.

 

Burkart 1944’ün sonunda savaş esirlerinden biriyken kendisini, savaştan önce Almanya’dan kaçan Yahudi babasının kucağına atmıştır. 1946’da ise Almanya’ya döndü. Çünkü –eşinin söylediği gibi- ülkenin yeniden kurulması için birilerinin mutlaka geri dönmesi gerekiyordu.

 

1983’te ölümünden kısa bir süre önce, doğduğu yerdeki bazı öğrencilere şöyle demiştir: “Birinci dünya savaşına, hatta ikinci dünya savaşına katılan Alman Yahudilerinden ve yarı-Yahudilerden çoğu, savaşa katılmak suretiyle atalarının vatanını yüceltmek gerektiğine inanıyorlardı.” Yani o, Almanya’ya olan millî bağlılığına tam olarak inanmaya devam ediyordu.

 

Yukarıda aktardığımız örnekler, Siyonist ve Batılı tarihçilerin, aralarını kesin çizgilerle ayırmada ısrar ettikleri unsurlar arasında ne ölçüde bir iç içe girmişlik olduğunu gözler önüne seriyor. Nazi ordusunda görev yapan Yahudilerden biri, şu sözleriyle bu meseleye netlik kazandırıyor: “Alman güçlerinin bünyesinde olsaydım ve annemi Nazi fırınlarında kaybetseydim, bu durumda kurbanlardan biri mi, yoksa suçlulardan biri mi olurum?”

 

Richez, bu kişiler hakkında niçin hiçbir şey yazılmadı? Diye soruyor. Niçin hikayeleri anlatılmadı? Niçin hiç kimse bu işle ilgilenmedi? Sonra da, hem Almanların hem de Yahudilerin, bu kişileri görmezden gelmesini şu şekilde yorumluyor: “Almanlar suçluluk duydukları için, onlar hakkında konuşmak istemiyorlar. Yahudi toplumu da onların varlığını itiraf etmek istemiyor; çünkü bu durum, katliam/soykırım hakkında bildikleri her şeyle çelişiyor.”

 

Rizhez’in söyledikleri, Nazi devleti gerçeğini çok daha kompleks hale getiriyor. Bu yüzden söyledikleri, Yahudi kimliğini gizleyenlere veya bu kimliğe göz yumulanlara karşılık, Nazileri bu zulme sevk eden sebepler, Nazi fırınları uygulamasında Hitler’in rolü ve yakılanların sayıları etrafından dönen tartışmaların sınırlarını genişletecektir... Allah en iyisini bilendir


http://www.social-worlds.tr.gg
 





 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol